KCK-HÜDA PAR Çatışması, AKP’nin Kürt Milliyetçi Hareketi Tasfiye Saldırılarının Parçasıdır
Kürt milliyetçi hareket hala daha “çözüm süreci devam ediyor, süreç ilerliyor” propagandalarına devam etse de sürecin gerçekte tam bir çözümsüzlük ve AKP’nin tasfiye politikalarının her geçen gün daha da derinleşerek ve sonuç alarak sürdüğünü ortaya koyuyor.
Cizre’de yaşanan KCK-HÜDA PAR çatışması bu tasfiye operasyonunun son dönemdeki en net göstergelerinden biridir. Çatışma Nur Mahallesi’nde, KCK’nin etkin olduğu bir mahallede yaşanıyor olmasına ve saldırıyı başlatan HÜDA PAR denilen AKP beslemesi bir güç olmasına rağmen AKP saldırıyı yapanın YDG-H olduğunun propagandasını yapmaktadır. AKP’nin yaptıklarında ve yapacaklarında şaşırtıcı ve yeni olan hiçbir şey yoktur. Esas sorun KCK tarafındaki kafa karışıklığıyla ortaya çıkmaktadır. Öyle bir hale gelmişler ki bir dedikleri bir dediklerini tutmuyor, biri bir türlü öteki daha başka türlü söyleyebiliyor. Aynı siyasi anlayışa sahip insanların, tam ters söylemlere sahip olmalarının normal bir tarafı yoktur. Hele de bunlar o anlayış adına politika yapan, politika belirleyen konumlarda olan insanlarsa…
Çatışmanın Başlangıcı ve Zemini…
Bu çatışma aslında durup dururken başlamış bir çatışma değildir. HDP ile HÜDA PAR’ın görüşmesinden hemen sonra çatışmanın çıktığı ve bunun bir provokasyon olduğunu söyleyenler gerçeklere gözlerini kapatan, kapatmak isteyenlerdir.
Cizre’deki çatışmadan önce AKP’nin yürüttüğü propagandalara bakıldığında da görülür bu. AKP sürekli Kürt halkını sahiplenmekten, Kürdistan’da Kürt halkını temsil etme yetkisinin sadece PKK tarafında olmadığını, onların her şeyi belirleyemeyeceğini söyleyip duruyordu. 27 Aralık 2014 tarihinde gerçekleşen Cizre çatışmasından bir hafta kadar önce 19 Aralık günü HÜDA PAR’ı ziyaret eden Bülent Arınç’ın söyledikleri, AKP’nin nasıl bir zemin hazırladığını çok açık ortaya koymaktadır. Şöyle diyor Arınç:
“Çözüm süreci veya Kürtlerin sorunu veya Kürt halkının tek temsilcisi HDP değildir. Bunu bütün dünya bilmeli. Kendileri ne kadar böyle diyorlarsa da böyle değildir.
Bugün o bölgede, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de Doğu Anadolu’da da Türkiye’nin bütün bölgelerinde de bence birinci tercih AK Parti’dir. İkinci parti, HDP olabilir ama eğer onların tehditleri, onların baskıları, onların ‘Ya bizdensiniz ya düşmansınız’ şeklindeki bugüne kadar uyguladıkları sistem geçerli olmasa inanın ki başta Hür Dava Partisi de olmak üzere diğer bütün siyasi temsil noktasındaki partiler, Kürt kardeşlerimizin tercihi olacaktır. O bölgede yaşananları en çok bu arkadaşlarımız bilir. Biz de bize gelen haberlerden biliriz.”
Açık bir kışkırtma ve açık bir yönlendirme sözkonusudur Arınç’ın sözlerinde. Ardından da Cizre çatışması gündeme gelmiştir. Kontrgerilla örgütlenmesinin sonuçları Cizre’deki çatışma biçiminde ortaya çıkmıştır. KCK gençlik örgütünün bölgede yaptığı eylemlerini günlerce karşı propagandasını yapan devlet son akşam HÜDA PAR’lıları saldırtarak çatışma yaşanmasını sağlamıştır. AKP polisinin seyrettiği çatışmanın sonucunda KCK’dan iki HÜDA PAR’dan da bir kişi ölmüştür. Yaralananların da olduğu çatışma sonrasında, her iki tarafın da karşılıklı suçlamaları olmuştur. Ancak görünen gerçek çatışmanın yaşandığı bölgenin KCK denetiminde bir bölge olmasıdır. Bu yanıyla da saldırının HÜDA PAR tarafından başlatıldığı açıkça da görülmektedir. Dahası zaten AKP’nin açıklamalarının ardından gelen bir saldırı ve çatışma olmasıyla da bu gerçek çıplaktır.
AKP; saldırı öncesinde yaptığı propaganda ile zemini hazırlamış, HÜDA PAR’lıları saldırtarak da Kürt halkından kendi işbirlikçileri eliyle sonuç almaya çalışmaktadır. Çatışmalar sonrasında AKP’nin HÜDA PAR’ı açıkça sahiplenen ve KCK ile HDP’yi suçlayan açıklamaları da çatışmaların gerçek başlatıcısının kim olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. AKP Kobane eylemleri dönemindeki baskın çıkma tavrıyla; HDP’ye yüklenerek kendi propaganda zeminini güçlendirmeye çalışmaktadır.
HDP- KCK Tarafındaki Kafa Karışıklığı
AKP kendi meşrebine uygun bir politik hat izlemektedir. Her türlü yalan, demagoji de sınır tanımadığı gibi bunlarla yarattığı zeminde katliamcılıkta da pervasızca saldırmaktadır. Bu yanıyla sorun esas olarak HDP-KCK tarafında yaşanmaktadır… Öyle bir haldedirler ki, AKP’ye “mecbur ve mahkum” olmaları attıkları her adımda, sarf ettikleri her sözde daha bir açık olarak ortaya çıkmaktadır.
Son zamanlarda HDP ve KCK’nin özellikle AKP’ye ve Tayyip Erdoğan’a yönelik konuşmalarındaki üslupları oldukça sert görünüyor. Ancak bu sertlik uygulamada, politikalarda hiçbir değişiklik yaratmıyor. Sadece ve sadece bol keseden sarf edilen sert açıklamalar olarak ortaya çıkmaktadır. Cizre çatışması sonrası yapılan açıklamaları da böyledir. Yine sert ve AKP’yi suçlayan açıklamalar yapılıyor. Hatta çok net tespitler de yapılıyor ancak izlenen politikalara yansıyan hiçbir şey yoktur. Hal böyle olunca da söylediklerinin hiçbir kıymeti harbiyesi de kalmamaktadır. Ve politikalara yansımayan sertlik, kafa karışıklığıyla da birleşince politik olarak nasıl şaşkınlık içinde olduklarını ve AKP’ye rağmen politika yapamayacak durumda olduklarını göstermektedir.
Demokratik Toplum Kongresi Eş Başkanı Hatip Dicle “Ortada üçüncü bir güç var o da ‘paralel yapı’. Bu yapı çözüm sürecinin en büyük karşıtı. Ben öyle düşünüyorum” diyor ve ayrıca bir de ‘dördüncü güç’ başka yapıların da olabileceğini söylüyor. Ve bu söyledikleriyle de AKP’yi aklayan bir yaklaşım gösteriyor. AKP ile bozuşmamak adına gösterdiği bu yaklaşımı “mahkum” hallerini de açıkça ortaya koyuyor.
Elbette diğer yandan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu Cizre’de YDG-H ile çatışmaya giren HÜDA PAR’ı AKP hükümetinin cesaretlendirdiğini ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun HÜDA PAR’ı ‘koruyan’ açıklamalarını hükümetin bu yaklaşımına örnek olarak gösteriyor… Karasu açıklamasının devamında şunları söylüyor:
“HÜDA PAR yanlıları hükümetin bu tutumundan cesaret alarak, fırsat buldukları her yerde saldırarak halkı sindirmeye ve bu temelde halkın üzerinde hegemonya kurmaya çalışmaktadır” diyor ve saldırıların süreceğini de ekleyerek; halkı ‘öz savunma ve direnme’ye çağırarak saldırıları ve tuzağı boşa çıkarma çağrısı yapıyor.
Hangi savunma, nasıl bir savunma olduğu bile belirsiz bir açıklama Karasu’nun yaptığı… “Çözüm süreci” denilen garabeti daha hala savunarak ve bundan medet umarak nasıl bir öz savunma gerçekleştirilecek belirsiz…
Halkı ayaklanmalara çağırıp sonra da yüzüstü bırakarak katillerin masasına oturmanız neredeyse tüm tarihinizin gerçeğidir… Bu yanıyla kimi nasıl bir öz savunmaya çağırıyorsunuz açık ve net olarak açıklayın… AKP politikalarına paralel olarak yaşananları “paralelcilerin işi” gibi göstermeye çalışarak AKP’ye şirin görünmeyi elden bırakmayan insanlarınıza nasıl bir tavır almayı düşünüyorsunuz bunu da açıklayın.
Roboski’de geçtiğimiz günlerde Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’a verip veriştiren demeci vardı… Ancak daha önce Erdoğan’ın bölgeyi ziyaretinde aileleri adeta zorla Erdoğan’ın yanına getirten de aynı Demirtaş değil miydi? Hem bunu yapıp sonra da verip veriştirmenin hiçbir inandırıcılığı yoktur, olamaz…
Yoksa siz Kürt halkını hafızasız mı sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz…
Bu konuda keskin çıkışlardan biri de Özgür Gündem Gazetesi’nden Hüseyin Ali imzasıyla yazılan yazıda var. Devletin 1990’lı yıllardaki saldırılarını hatırlatan Ali şöyle devam ediyor:
“AKP hükümeti, halkların mücadelesi ve toplumun demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümünü dayatması karşısında sıkışmıştır. İç ve dış politikada Türk devleti sıkışmıştır. İşte bu saldırılarla devlet ve AKP hükümeti kendisine demokratik çözüm dayatan Kürt Özgürlük Hareketi’ni zayıflatmayı ve halkı sindirmeyi amaçlamıştır. Yani Kürt sorununda çözüm politikası olmayanların dün Hizbullah’ı, bugün de HÜDA PAR’ı kullanma gerçeği vardır. Bunu böyle görmemek kafayı kuma gömmek ve kendini kandırmaktır.”
Kim kafasını ne kadar kuma gömmüş tartışılır… Devletin ve AKP’nin Hizbullah’ı, HÜDA PAR’ı kullanması elbette gerçektir. Ancak bu tıkanıklığın ürünü müdür, yoksa tam teslimiyeti dayatmanın yansıması mıdır, işte bu tartışılır. “Çözüm süreci” denilen sürecin başından bu yana süreci yönlendiren AKP’dir… Kürt milliyetçi hareket süreç önderimizin çizdiği yol haritası temelinde ilerliyor deseler de bunun gerçek olmadığı tüm gerçekliğiyle ortadadır…
Kimse kendini kandırmasın… ABD ile dirsek teması içinde olununca süreci de istediğimiz gibi yönlendiririz diye avunmanın altı boştur. ABD’nin Kürt milliyetçi harekete biçtiği rol Ortadoğu politikaları eksenindedir. Ama bu Türkiye içindeki bir rol değildir. Türkiye’deki hareketi ise tümüyle tasfiye amaçlanmaktadır. Silahların tam olarak bırakılmasından söz edilmektedir. Bunu Kürt milliyetçi hareketi de zaten kabul etmiş durumdadır. Sorun sadece bundan sonra ülke içinde, Kürdistan’da kimin güç olacağı sorunudur. Bu sorunda da AKP açıkça kendini dayatmakta ve Kürt milliyetçi hareketi bölgedeki en azından tek güç olmaktan çıkarıp kendi örgütlenmesini orada genişletmenin çalışmasını yapmaktadır.
“HÜDA PAR’ın kullanılması ve Özgürlük Hareketi’nin önüne çıkarılması Milli Güvenlik Kurulu’nda kararlaştırılmıştır. Ya da Milli Güvenlik Kurulu içindeki çekirdek yapıyla bu saldırılar planlanmıştır. Dolayısıyla bu saldırı planının baş sorumlusu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dır.” diye devam ediyor yazısına Hüseyin Ali…
Evet, aynen söylediğiniz gibidir… Erdoğan ise sizin vekillerinizin mecliste ayakta alkışladığı kişidir. ‘Kişiyi değil makamı alkışladık’ diye de savunma yapmıştı o dönem Demirtaş. Makam, yani devlet MGK’da simgelenen bir devlettir. Yani aslında alkışlanan Erdoğan ile birlikte MGK’dır… Gizli anayasasıyla bu ülkeyi yöneten gerçek gücün MGK olduğunu bugün ilkokul çocukları bile bilmektedir. Yani daha önceki söylediklerinizin ve yaklaşımlarınızın özeleştirisini vermeden sadece son olay üzerinden değerlendirmelerde bulunmak gerçeklerden kaçıştır.
Ve devam ediyor Hüseyin Ali;
“Herkes şunu bilmelidir ki, çözüm politikası olmayan devlet ve hükümet her zaman bu yollara başvuracaktır. On yıllardır, hatta yüz yıldır bir özel savaş politikasıyla karşı karşıya olan Kürtlerin bu gerçeği gözden kaçırmaması gerekir. Bu yollara başvurulması, hükümetin bir çözüm politikası olmadığını gösterir; ya da kendi düşündüğü “Çözümü” dayatmak için bu saldırılar yapılıyor. Kürt halkı ve Özgürlük Hareketi zayıflatılır, sindirilirse istedikleri politikayı kabul ettirebilirler. Siyasi soykırım operasyonlarındaki amaç da bu saldırılardaki amaç da aynıdır. Siyasi soykırım operasyonlarının yetmediği durumda bu saldırılar gündeme konulmuştur.”
Bir yanıyla gerçekleri ortaya koymakla birlikte halkı demokratik temelde ne olduğu belirsiz bir öz savunmaya çağırmakla aslında bir şey de söylememektedir. Çünkü her şeyiyle AKP’nin kendi çözümüne bağlanan Kürt milliyetçi hareketin farklı olarak ortaya koyduğu koyabileceği hiçbir şey kalmamıştır. Cemil Bayık’ın en son röportajındaki söylemleri aslında geleceklerini emperyalistlere bağladıklarını ortaya koyan bir açıklamadır.
“Aslında bizi yanlış tanıdılar. Belki bizim de hatalarımız oldu. Ancak hata yapan sadece biz değildik. Avrupa ve ABD, bizi Türk devleti ve istihbaratının gözüyle, onların aktardığı gibi tanıdı. Kobane’deki tutumumuz gözlerin açılmasını sağladı. Türkiye ve başkalarının bizim hakkımızda anlattıklarının gerçeği yansıtmadığı görülecek” diyor Bayık.
İşte bu gerçeklerdir aslında Kürt milliyetçi hareketinin gerçeği. Kendine ait bir politikası kalmamıştır. Bağlı olduğu politikalar emperyalistlerin politikalarıdır. Durum böyle olunca da emperyalistlerin bölgedeki en önemli güçlerinden biri olan Türkiye oligarşisi karşısında da net ve güçlü bir politik hat izleyememektedirler. Sadece, doğru bazı tespitler yapsalar da altı boş direniş çağrılarının ötesine de geçemiyorlar. AKP’li Yalçın Akdoğan’ın azarlamaları ve aşağılamaları da bu temelde olmaktadır.
Çatışmalar da Seçim Yatırımına Dönüştürülmektedir!
Bu yanıyla son yaşanan çatışmalar ve karşılıklı yürüyen söz düellosunun seçime dönük bir yatırım olmaktan öte bir anlamı da yoktur. AKP, HÜDA PAR eliyle bölgede kendi zeminini güçlendirme manevralarına başvururken; HDP de yüksek perdeden demeçleriyle ve KCK’nin tehditler içeren açıklamalarıyla aslında aynı şeyi yapıyor; seçime hazırlanıyor. Seçimin en güçlü partisi olmak, daha fazla oy almak için oy avcılığına çıktıklarını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Demirtaş’ın Roboski açıklamaları da, Karasu’nun çağrıları da seçimde daha fazla oy alma hesaplarının ötesine geçmiyor, geçemiyor.
Seçimlere yatırım amaçlı olmayan politikalar yürütebilme iradesini yıllardır kaybetmiş olan Kürt milliyetçi hareketin bugün devletin, AKP’nin çizdiği icazet sınırlarının ötesinde bir politika izlemesinin de koşulları kalmamıştır. Sürekli yalpalayan kendi içinde tutarsızlaşan konuşmalarının nedeni de budur. Kürt halkının direnişi, “çözüm süreci” denilen garabete karşı tavırları altında ezilen, çıkış yolu bulamayan HDP çareyi söylemlerindeki sertlikte bulmuştur. Başka da bir politikası, çıkışı yoktur. Çünkü “çözüm süreci” dedikleri sürecin çözdüğü bir şey yoktur. Ya da süreç HDP’yi, PKK’yi çözüyor diyebiliriz.
Sonuç Olarak;
1- Cizre’de yaşanan HÜDA PAR, YDG-H çatışması olarak yansıtılan süreci başından sona ören ve yön veren AKP’dir… Çatışmaya hem zemin hazırlamış ve hem de HÜDA PAR’ı açıktan kollamıştır.
2- AKP için “Çözüm” Kürt milliyetçi hareketin tasfiyesidir. HÜDA-PAR da AKP’nin Kürt milliyetçi hareketi tasfiye projesinin bir parçasıdır.
3- Kürt halkı için “çözüm süreci” çözümsüzlüktür. Ve çözümsüzlük kendini dayatıyor. Kürt halkı ya teslim olacak, ya direnecek! “Çözüm süreci” adı altında sürdürülen demagoji halkı oyalamaya yetmiyor…
4- AKP’nin saldırganlığına, kontrgerilla operasyonlarına rağmen PKK’nin elle tutulur somut hiçbir politikası yoktur. Tersine tam bir kafa karışıklığı içindedirler. Hatip Dicle AKP’yi aklayan temelde yaklaşırken Mustafa Karasu ve Özgür Gündem yazarları tersi bir yaklaşımla AKP’yi mahkum etmeye çalışan yazılar yazıyorlar.
5- KCK tarafı yazılarında keskin bir üslup kullanıyor. Aynı sert ve keskin üslubu Selahattin Demirtaş gibi politikacılarında da görüyoruz. Ancak bu keskinlik somut politikalara yansımıyor. Tersine boş laf olmanın ötesine geçmiyor.
6- En sert çıkışların yapıldığı Tayyip Erdoğan’ı mecliste ayakta alkışlayan, halkı ayaklanmalara çağırıp sonra da yüz üstü bırakan, Kobani eylemleri döneminde sokak çağrısı yapıp sonra da halkın katledilmesi karşısında provokasyon edebiyatına sarılan Kürt milliyetçi hareketin bugünkü direniş çağrılarının hiçbir inandırıcılığı yoktur.
7- AKP ve MGK’nın kontrgerilla yöntemleriyle giriştiği saldırılara ve silahlı mücadeleyi ve Kürt halkının direnişini yok etmeyi amaçlayan politikalara karşı durmak ve bu temelde halkın da direniş yapması isteniyorsa, öncelikle bugün AKP’nin ve emperyalistlerin dümen suyunda ilerleyen “çözüm süreci” denilen çözümsüzlüğe son verilmelidir. Halkın direnişine ve gücüne güvenin, yüzünüzü halka dönün.
8- Kürt halkımız; uzlaşmacı politikalar kurtuluş getirmez, siz de yüzünüzü devrime dönün. Çözüm tüm halkların ortak mücadelesindedir!