HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİMİZ İÇİN; FAŞİZME VE REFORMİZMİN DAYATTIĞI SENDİKAL ANLAYIŞA KARŞI; KÖLE OLMAMAK İÇİN…
KENDİ ÖZ ÖRGÜTLENMELERİMİZİ MECLİSLERİ YARATALIM;
MEMUR MECLİSLERİN’DE ÖRGÜTLENELİM;
BİRLEŞELİM, KAZANALIM!
Faşizm bugün ülkenin her yanında kol geziyor. Saldırılar sadece belli bir kesimi hedef almıyor. Faşizmin gözleri kör değil, faşizmin gözleri çok iyi görüyor. Sınıf bilinciyle, burjuvazinin öğretileriyle bakıyor. Kendi dışında tüm halkı hedef alıyor… İşçi, memur, köylü ayrımı yapmıyor. Hak ve özgürlüklerimizi gasp ederek, bizi ücretli köleler, devletin kapı kulu haline getiriyorlar.
Bu cebimizde eksilen para, tüm gelecek güvencemizin tuzla buz edilmesiyle kalmıyor. Beynimizi de yok ediyor. Biz reformizmin bataklığında debelene debelene ölüme doğru giderken burjuvazi seyrediyor yarattığı bu tabloyu… Biz debelendikçe reformizmin beynimizi ve yüreğimizi teslim alan esaretinde, o da karşımızda gülüyor ve daha da pervasızlaşıyor saldırılarında.
AKP Emekçileri Adım Adım Köleleştiriyor
AKP iktidarı 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda bugüne kadar yaptığı ve halen yapmak istediği değişikliklerle kamu çalışanlarını adım adım köleleştiriyor.
657 sayılı yasaya “Memurların yürüttükleri hizmetin özelliklerine göre, bu madde uyarınca tespit edilen çalışma saat ve süreleri ile görev yerlerine bağlı olmaksızın çalıştırılabilmeleri mümkündür” hükmünün eklenmesiyle hiç bir kurala bağlı olmayan kuralsız çalışmanın temelleri atıldı. Ama AKP faşizmi; işbirlikçiliğinin gereği ve burjuvazinin istekleri gereği durmuyor.
Dur durak da dinlemiyor.
Dinlediği tek şey, duyduğu tek ses, kendisinin ve tekellerin sesi oluyor.
Kamu emekçilerinin hak ve özgürlükleri ise tank paletlerinin metal şeritleri altında ezilir gibi acı çektire çektire, memurların dünden bugüne yine mücadeleyle kazandığı neyi var neyi yoksa ezip geçiyor.
KAMU EMEKÇİLERİNİ KORUYAN KURAL YOK! KURAL OLACAKSA, BU KURALLAR TEKELLER VE FAŞİZMİ ANCAK KORUYOR!
Kuralsız çalışmayı dayatan ve bunu yasallaştıran AKP iktidarı bununla aslında kendi kurallarını yani kendi tekellerinin çıkarları üzerine çalışmayı esas alıyor.
Hayır diyor memura; “Sen benim kölemsin, ben nasıl istersem öyle çalışırsın, sen bana kural mural koyamazsın diyor…”
İş güvenceni de gasp ederim, her yıl sözleşmenin yenilenip yenilenmeyeceğinin korku ve endişesini sana yaşata yaşata sadece emeğini değil, beynini de esir alırım diyor…
Performansa dayalı çalışma sistemiyle; at yarıştırır gibi bizi yarıştırırken izin kullanmak, hastalanmak bile kapının önüne konulmanın gerekçesi haline getiriliyor. Her şeyin amirinin iki dudağından çıkacak söze bağlı olunca, kamu emekçilerine de yozlaşmayı; daha iyi bir ücret, daha iyi bir konum- kariyer elde etmek için yanındaki mesai arkadaşını bile satmayı, onun omuzları üzerinden yükseltmeyi dayatıyor bugün.
SORUNLARI AŞMANIN YOLU, SORUNLARININ NEDENLERİNİ BULMAK VE BU NEDENE KARŞI SAVAŞMAKTAN GEÇER!
Her sonucun bir nedeni vardır. Bugün kü kamu emekçilerine yönelik bu saldırıların nedeni de halkın her kesimine yönelik saldırılardan bağımsız değildir.
Bu yüzden de kamu emekçileri kendi talepleriyle halkın taleplerini birleştirmeli ve mücadele alanındaki yerlerini almalılardır.
Emperyalizmin; Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Avrupa Birliği, OECD kurumlarına, işbirlikçi tekellerin ve onun iktidarı AKP’ye karşı kendi emeğine sahip çıkmak için, faşizmin yasalarına, reformizmin statükolarına hapsolmamak için kendi öz örgütlenmelerini yaratmalıdır.
Vatanına ve halkına sahip çıkması gerektiğini görmelidir kamu emekçileri.
KAZANDIĞIMIZ HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ KORUMAK İÇİN DE KÖLE OLMAMAK İÇİN DE TEK YOL;
ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDEN, DİRENMEKTEN GEÇİYOR!
Bugün kamu emekçilerine bekleyen temel görev hem beynimizi hem emeğimizi köle haline getirenlere karşı örgütlenmektir.
NASIL ÖRGÜTLENECEĞİZ?
Bugün AKP kendi sendikası Memur-Sen’le kamu emekçilerini kapıkulları haline getiriyor. Sesini çıkarma, hiçbir hakkını savunma, dediğimi yap senin sendika aidatını da öderim, kapıma da kul ederim diyor.
2002 yılında 42 bin olan Memur-Sen’deki memur sayısı 2014 yılında 763 bine yükselmiştir.
AKP’nin baskı, zulüm ve yozlaştırma operasyonlarının meyvalarını faşizm Memur-Sen’de toplamıştır. DEVLETİN DENETİMİNDEKİ MEMUR SENDİKALARI EMEKÇİLERİ ALTIN TEPSİDE BURJUVAZİYE SUNUYOR!
REFORMİZMİN DAYATTIĞI UZLAŞMAYLA DEĞİL,
MEŞRU MÜCADELEMİZLE ANCAK KÖLE OLMAMAK İÇİN DİRENEBİLİRİZ!
Burjuvazi tarafından, sendikaların düzen içine çekilmesinin başarıldığı bir süreçte ciddi bir tıkanma var. Sendikalar yeni hak kazanmayı bırakın bir tarafa, var olan haklarını bile koruyamıyor. Hakim olan anlayışların yapısına baktığımızda gerek hedefleri gerekse de ideolojik çarpıklarından kaynaklı çabaları olmayacak, var olan konumlarını korumaya çalışacaklardır. Ki, bugün KESK içinde yönetime hakim olan reformizm konumlarını korumaya çalışmak bir yana KESK’i çok çok daha geriye çekmiştir.
KESK’DE HAKİM OLAN REFORMİZME KARŞI
MÜCADELEMİZİ SENDİKALARLA SINIRLAMAYACAK,
KENDİ ÖZ ÖRGÜTLENMELERİMİZİ
MEMUR MECLİSLERİNİ YARATACAĞIZ!
Bu insanlıkdışı düzende insan kalabilmenin tek yolu insanlıkdışı düzene karşı savaşmaktır.
Elbetteki herkes savaşını farklı şekillerde sürdürecektir. Önemli olan savaşı sürdürmektir.
İdeolojik, siyasi ve ahlaki emperyalizm; inkar, tasfiye ve teslimiyeti dayatırken buna karşı meşruluğumuzla direnişi, mücadeleyi büyütmeliyiz.
Reformizm direnişten kaçtığı için reformizmdir. Oportünizm günübirlik, grupçu çıkarlar peşinde koştuğu için sonuna kadar direnemez.
Reformizm burjuva iktidarının hizmetçiliğidir. Çünkü halkı oyalar, aldatır, düzene bağlar. Sömürücü düzenle halk arasındaki çelişkiyi yumuşatarak veya halkın tepkilerini farklı hedeflere yönlendirerek, enerjisini boşa harcayarak devrime yol açmasının önüne geçerek sisteminin ömrünü uzatır.
Bu yüzden bugün devrimci memurların görevi hem düzenle, hem düzen sendikacılığıyla hem de çok daha tehlikeli olan reformizme karşı mücadeleyi büyütmek, hak ve özgürlükler başta olmak üzere faşizmin tüm saldırılarına karşı direnmek, mücadele etmek bunun için de örgütlenmek zorundadır. Örgütlenmenin, direnmenin, mücadelenin bugün temel aracı emekçilerin söz ve karar hakkına sahip olduğu, öz örgütlenmeleri olan MEMUR MECLİSLERİDİR!
Bugün devrimci kamu emekçilerine düşen görev, memur meclislerini yaratmak, memur meclislerinde kendi hak ve özgürlükleri için memurları birleştirmektir. Savaştırmaktır!
BUGÜN HER DEVRİMCİ KAMU EMEKÇİSİNE DÜŞEN GÖREV;
Örgütsüzlüğü örgütlülüğe…
Suskunluğu mücadeleye…
Yoksullaşmayı; hak aramaya, örgütlenme bilincine…
Apolitikleşmeyi politikleşmeye…
Onursuzlaşmayı onurluluğa dönüştürmektir.
BUGÜN HER DEVRİMCİ KAMU EMEKÇİSİNE DÜŞEN GÖREV;
Köleliğe karşı, hak ve özgürlükleri için mesai arkadaşlarını, kamu emekçilerini örgütlemek. Bu örgütlenmeyi yaratmak için kamu emekçilerine gitmek, birebir sorunlarımızı ve çözümlerimizi anlatmaktır. Faşizmin yalan ve demagojisine, faşizmin baskı ve zulmüne karşı gerçekleri onlara anlatmaktır.
BUGÜN HER DEVRİMCİ KAMU EMEKÇİSİNE DÜŞEN GÖREV;
Reformizmin teslimiyet ve uzlaşmacılığına karşı, kamu emekçilerinin öz örgütlenmelerini MEMUR MECLİSLERİNİ YARATMAK, EMEKÇİLERİ MECLİSLERDE BİRLEŞTİRMEKTİR.
MEMUR MECLİSLERİNDE BİRLEŞELİM, SAVAŞALIM, KAZANALIM!
***
KEC: Parasız Eğitim, Sınavsız Gelecek İstiyoruz!
20 Eylül günü Kamu Emekçileri Cephesi Galatasaray Lisesi önünde TEOG sınav sisteminde yapılan usulsüzlüklerle ilgili eylem yaptı.
“Parasız Eğitim, Sınavsız Gelecek İstiyoruz! TEOG’a Hayır! – Kamu Emekçileri Cephesi” yazılı pankartı açan Kamu Emekçileri, yaptıkları açıklamada “Bir tarafta, kadro olduğu halde ataması yapılmayan 300 bin öğretmen; bir tarafta, kalabalık sınıflar; bir tarafta, Anayasa’nın 42. Maddesinde eğitimin parasız olduğu ibaresi yazdığı halde alınan kayıt ücretleri ve aylık toplanan aidatlar, bir taraftan dayatılan sınavlar…
Kısa adı TEOG olan Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sınavı’na bu yıl 1 milyon 300 binin üzerinde 8. sınıf öğrencisi girdi. Son 4-5 yıldır sınavlarda yapılan ve bizlere kanıksatılan hatalı soru işkencesi bir yana, sınav bütün olarak başarısızlıkla sonuçlandı. Okullar, bir haftadır açılmasına rağmen 9. sınıfların nakil işlemleri Ekim ayına kadar devam edecek.” denildi.
TEOG sonuçlarının takipçisi olunacağı vurgulanan açıklamaya 13 kişi katıldı. Halk da eyleme alkışlarıyla destek verdi.
***
ÇARE, İNTİHARDA DEĞİL; ÖRGÜTLÜ MÜCADELEDEDİR
19 Eylül’de öğretmen atamaları yapıldı. 132 bin 743 öğretmen adayının başvuruda bulunduğu atama sonucunda sadece 39 bin 642 öğretmenin ataması gerçekleştirildi.
Oysa açıkta bekleyen, atanması yapılmayan 350 bin civarında öğretmen var…
Eğitim fakültelerinin, herkesi üniversiteli yapacağız aldatmacası ile plansız- programsız her ilde açılması, AKP’nin halkçı bir istihdam politikasının olmaması nedeniyle, yıllarını fakülte sıralarında geçiren insanların, çalışma hakkı gasp ediliyor.
Öğretmenlerin atanamaması basit bir plansızlık- programsızlık değildir. AKP faşizminin halka bakış açısını göstermektedir.
Atanması yapılmayan öğretmenler, iktidarın politikaları karşısında gerektiği gibi bir direniş gösterememişlerdir. Çünkü örgütlenmemişlerdir. Yapılan eylemler, kurulan platformlar olsa da sonuç alıcı bir mücadele yürütülmemiştir.
Bu örgütsüzlüğün sebep olduğu umutsuzluk yaklaşık 40 öğretmenin intihar etmesinde göstermiştir kendisini.
1127 atanamayan öğretmenle yapılan bir ankete göre ise ataması yapılmayan her 3 öğretmenden 1’i intihar etmeyi düşünüyor.
Ankette, “Atamanız yapılmadığı için intiharı hiç düşündünüz mü?” sorusuna “Evet” diyenlerin oranı yüzde 38.33, “Cevap vermek istemiyorum” diyenlerin oranı yüzde 26.44, “Hayır” diyenlerin oranıysa yüzde 35.23…
Öğretmenlere sesleniyoruz;
Çaresiz değiliz!
Devletin, plansız eğitim politikasının bizi teslim almasına, umudumuzu çalmasına izin vermeyelim.
Atanmalarının yapılmasını sağlama mücadelesi aynı zamanda bir iktidar mücadelesidir. AKP iktidarı döneminde 5 tane Milli Eğitim Bakanı gelip geçmiştir. 5’i de bir çözüm bulmamıştır bu duruma, çünkü öğretmenlerin atanmaması iktidarın resmi politikasıdır. Zaten açık açık da söylemektedirler.
AKP; eğitim sistemini gericileştirirken, öğrencilere eğitim verecek öğretmenleri de gericileştirmek istemektedir. Kendi kadrolarını istihdam ederken, yüz binlerce öğretmen işsiz bırakılmaktadır.
Üstelik öğretmenlerin atanması süreci 6552 sayılı Torba Yasa ile birlikte daha da çetrefilli hale getirilmiştir. Torba yasada, aday öğretmenliğe atanmak için daha önce “Bakanlıkça ve ÖSYM tarafından” yapılan sınavın “Bakanlık ve/veya ÖSYM tarafından” yapılabileceği düzenlemesi getirildi. Ayrıca aday öğretmenlerin öğretmenliğe atanmasında “yazılı ve sözlü şartı” “yazılı ve/veya sözlü” olarak değiştirildi. Yani ÖSYM ve yazılı sınavı devreden çıkartıp sadece içeriğini kimsenin bilmediği, kime ne sorulduğunun bilinemeyeceği sözlü sınavla öğretmen alımının yolu açılıyor.
Yani, yazılıda başarılı ya da başarısız olan herhangi bir öğretmen adayı, tamamen keyfi sözlülerle istihdam edilecek veya edilmeyecek. Çünkü sözlünün içeriği ve niteliği belli değildir. AKP’nin kendi kadrolarını istihdam etmesi böylelikle daha resmi hale gelmiştir.
Eleme sistemiyle devredışı bırakılan öğretmenlere ise umutsuzluk düşüyor.
Umut, örgütlülükte ve güç olmaktadır. İntihar etmek yerine örgütlenerek hakkımızı aramalıyız.
Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok! Kazanacak haklarımız var.
AKP’nin eğitim politikasına karşı örgütlü bir direniş yaratmalıyız!