Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm Mücadelesinde Yitirdiklerimiz
4 – 11 Ocak
“Cüret, kararlılık ve inançla çelikleşmiş bir iradeyi yenebilecek hiçbir güç yoktur.” Serdar Demirel
Abdülmecit SEÇKİN, Orhan ÖZEN, Rıza BOYBAŞ, Gültekin BEYHAN
4 Ocak 1996’da Ümraniye Cezaevindeki planlı ve katliam amaçlı saldırı sonucu çatışarak, direnerek şehit düştüler.
Abdülmecit Seçkin, 1972 doğumlu ve Gürcü milliyetindendi. Bursa İnegöl’de işçi emeklisi yoksul bir ailenin çocuğuydu. Aslen Artvin Şavşatlıydılar. 1991’de Devrimci Hareket’le tanıştı. İnegöl’de mahalli alan örgütlenme çalışmaları içinde yeraldı. 1992 Mayısı’nda milis olarak görev alıp illegal faaliyete çekildi. Bursa’nın yoksul gecekondu mahallelerinde çeşitli görevler üstlendi. Kasım 1992’de tutsak düştüğünde Bursa mahalli alan komitesinde görev almaya hazırlanıyordu.
Orhan Özen, Dersimli Kürt Sünni bir ailenin çocuğudur. 1973 Çemişgezek doğumluydu. Onun yaklaşık l yıllık cezaevi süreci hep kendini yenileme Parti-Cephemizle daha fazla bütünleşme süreci olmuştur. Bir çatışma sırasında yaralı olarak tutsak düşmesine rağmen, O, hiçbir zaman kendini bırakmamış, yatağa hapsetmemiş, taşımış olduğu coşku ve hırsıyla, hep ayakta olmuştur. Olumsuzluklarını, eksiklerini aşmada sürekli çaba harcamıştır. O’nun öğrenmeye olan açlığı, arayışı şehit düştüğü ana kadar hep var olmuştur.
Rıza Boybaş, 1967 yılında Tokat’ın Almus ilçesine bağlı Çamdalı köyünde doğdu. Türk milliyetinden yoksul bir alevi ailesinin çocuğuydu. Mücadeleye katıldığı ilk yıllarda başka bir örgütle ilişkisi oldu. 1994 sonlarında o artık Parti-Cephe saflarında savaşmak isteyen bir devrimciydi. 1995 başlarında örgütlü ilişkiler içine alındı. Lojistik işlerde görev aldı. 1995 Nisanı’nda tutsak düştü.
Gültekin Beyhan, 1969’da Kars’ın Tuzluca ilçesinde doğdu. Azeri milliyetindendir. 1989’da ÇİH-KAD’da devrimci mücadele ile tanıştı. 1991 yılından itibaren Bağcılar Çiftlik mahalli alan içerisinde örgütsel faaliyetlerimizde yeraldı. 8 Ocak’ta şehit düştü.
Serdar DEMİREL: 3 Eylül 1964 Çankırı doğumludur. Yeni Levent Lisesi’nde öğrenciyken devrimcilerle iç içeydi. Direnişlerde, boykotlarda yer aldı… 1989’da örgütlü bir Devrimci Sol’cu oldu. Daha sonra Silahlı Devrimci Birlikler’de yer aldı. 1991 Haziran’ında tutsak düştü. Son 5 yılını Sincan F Tipi’nin hücrelerinde geçiren Serdar Demirel, 12. Ölüm Orucu Ekibi direnişçisi olarak başlamıştı. Açlığının 200’lü günlerinde zorla müdahale politikasına karşı, direnme hakkını savunmak için bedenini tutuşturdu. Revire kaldırılan Serdar, 7 Ocak 2006’da zorla “tıbbi” müdahaleyle katledildi. Direnişin 121. şehidiydi.
Cemal UÇAN: 1970’li yılların sonunda mücadeleye katıldı. Cunta döneminde uzun süre tutsak kaldı. Tutsaklığının ardından İstanbul’da mücadelesini sürdürürken, yakalandığı hastalık sonucu 10 Ocak 1993’te aramızdan ayrıldı.
Mehmet TEPE: İstanbul Kuştepe Lisesi’nde mücadeleye başladı. Lisede faşist işgalin kırılmasında önemli rol oynadı. Ocak 1978’de İstanbul Mecidiyeköy’de faşistler tarafından katledildi.
KAYBEDİLDİ
Ali EFEOĞLU: İTÜ İnşaat Fakültesi sıralarındayken devrim mücadelesine katıldı. O, yaptığı her işi tam yapanlardandı; hızla gelişti. Teorik olarak DEV-GENÇ’in yetkin kadrolarından biriydi. Aynı zamanda DEV-GENÇ’in ilk silahlı gruplarında yer alanlardan da biri oldu. İşkenceciler karşısında bir direnişçiydi; gözaltılarında işkencecilere ifade vermedi. Kardeşi Ayhan Efeoğlu 6 Ekim 1992’de gözaltına alınıp kaybedildi ve o yılmaksızın mücadeleye devam etti. 5 Ocak 1994’te polis tarafından gözaltına alınıp kaybedildi. Onu yıldıramayanlar, işkence tezgahlarında yenemeyenler, katledip kaybettiler.
Abdülmecit Seçkin’i Yoldaşları Anlatıyor:
Mecit yoldaşın cezaevi süreci, kendisini yenileme, hareketi tanıma süreci oldu. Ve her geçen süreçte biraz daha olgunlaştı. Darbe ihanetinde en küçük bir yalpalama göstermedi. Hareketimizi yeterince tanımasa da saflığı ve emekçiliğiyle ihaneti kavradı ve tavır aldı.
Mecit Yoldaş emekçiydi. ’93 özgürlük faaliyetinin emekçisi. Bıkmadan, şikayet etmeden özgürlük faaliyetinin en ağır işlerini yapanlardandı. Düşman faaliyetimizi açığa çıkardığında “Yine kazacağız” diyordu.
Cezaevi Mecit için bir okuldu. Kendini tanıdığı, özgür tutsaklığı, hareket kişiliğini öğrendiği, savaşımızın ihtiyaçlarını yaşadığı bir süreç yaşadı. Adım adım gelişen bu süreç Parti-Cephe’mizin eleştiri-özeleştiri kampanyasında adeta bir sıçrama ile devam etti. Açık, samimi, kendine ve yoldaşlarına güvenli yapısı Partinin yol göstericiliğinde O’nu hızla olgunlaştırıp geliştirmişti.
Direniş ve kavga romanlarını okumayı severdi Mecit. Dünya halklarının ve halklarımızın kahramanlığı coştururdu O’nu. Mecit Yoldaşın halk kültürüne olan ilgisi sınırsızdı. Halklarımızın ulusal kültürel motiflerine, gelenek ve değerlerine, halk kahramanlıklarına, önder kişiliklerine yöneldi, anlamaya çalıştı. Hep bunları tartışmak istedi, tartışırdı. Yoldaşlarının ulusal kültürüne yabancılaşmasına karşı her zaman tepki gösterir, kendi milliyetinin halk özelliklerini bilmeyenlere kızardı. Coşkusu, enerjisiyle, neşesiyle bir moral kaynağıydı. Çeşitli meseleler üzerine her an üreten, boş durmayı sevmeyen bir kişilikti.
15 yıl hüküm aldı. Kasım ’92’de geldiği Sağmalcılar Cezaevi’nde Kasım ’95’te genel direnişimizin bir kazanımı olarak Ümraniye Cezaevi’ne sevki çıktı.
Mecit, düşmanın dikkatini daha Ümraniye’ye girer girmez çekti. Cezaevine girişte askerin onursuz arama dayatmasına vb. saldırısına, sloganları ve karşı saldırısıyla cevap veriyordu. Sağmalcılar’ın o “sabırlı” Mecit’i gitmiş, düşmanın alçaklığı karşısında yerinde duramayan, düşmana saldırmak için sabırsızlanan Mecit gelmişti.
Kendisine spor ve içtima alma görevi verildiğinde büyük bir coşkuyla sahiplendi görevini. Bir gün öncesinden sporda söyleyeceğimiz marş ve sloganları hazırlar, çalışırdı.
13 Aralık Ümraniye Direnişi Mecit yoldaşın atılganlığının, savaşçılığının açık biçimde öne çıktığı bir direniş olmuştu. Elindeki demir sopasıyla en önde, düşmanı yaklaştırmıyor, bir an bile önden ayrılmıyordu. Barikatçımızdı. Duvar örer gibi barikat örüyordu.
13 Aralık Direnişi, gelişen savaşımızı, aldığı yenilgileri hazmedemeyen düşman, 4 Ocak’ta yüzlerce komandoyla saldırıya geçtiğinde yine en öndeydi.
Düşmanın katliam için geldiğini biliyor ama yine de neşesini, kararlılığını kaybetmiyordu. Meydan okuyordu. Ölüme hazırdı, iki buçuk saat yüzlerce komandoya karşı yoldaşlarıyla direniyordu. Öyle ki, en öndeki Mecit yoldaşın direncini, cüretini gören düşman subayı O’nu tehdit ediyordu. “Seni öldüreceğiz.” diyorlardı. Mecit yoldaş da aynı şekilde cevaplıyor, daha bir öfke ve kararlılıkla sopasını kullanıyordu düşmana karşı. İki buçuk saat bir avuç tutsağın direncini kıramayan düşman son çareyi tazyikli su sıkmakta buluyordu. Barikatlık hiçbir aletin olmayışı, suyun etkisini kıracak bir şeyin olmamasından da yararlanarak, düşmanın adım adım koğuşun içine doğru ilerlediği bir andı. Mecit yoldaşın slogandan sesi tamamen kısılmıştı. Çatışmanın artık son anları. “Bir sigaram var, ne olur ne olmaz, şunu bir içeyim.” diyerek sigarasına uzanıyor, derin derin çekiyordu sigarasını. Evet, yaşama son anına kadar tutkun, ölüme bir o kadar hazırdı yoldaş. Son haykırışı “Yoldaşlar Bize Ölüm Yok” oldu.
Düşman Mecit yoldaşı alçakça katletti. Seçerek katlettiği yoldaşlarımızdan biriydi. Yüzlerce asker daracık koğuşa doluşmuş, tutsaklara azgınca vuruyordu. Daha sonra Mecit yoldaşı koridora çıkarıp, aynı saldırıyı orada sürdürdüler. Az öncesine kadar başedemedikleri tutsakları, savunmasız, silahsız ve yaralı halde yakalamış, vahşice saldırıyorlardı. Düşman alçaktı, hastaneye gelene kadar Mecit Yoldaşın hareketsiz bedenine saldırmayı sürdürdü.
Sen rahat uyu Mecit yoldaş. Halkımız; gecekondular, işçiler, memurlar, gençler seni, sizleri yalnız bırakmadı. Anaların, babaların çığlığı öfke oldu düşmanın yüzünde. Molotof olup patladık düşmanın panzerlerinde. O gün İstanbul alev alev yandı. Direnişin-direnişimiz dalga dalga yayıldı cezaevlerine, ülkeye, ülke dışına. Parti-Cephe’miz yoldaşların kanını-kanınızı yerde komadı: KATİLLER HESAP VERDİ!… Seni böyle andık yoldaş, unutmayacağız.