Örnek Resim

Anasayfa > GÜNDEM > Emperyalizmin Kurbanı Değil Celladı Olacağız

Emperyalizmin Kurbanı Değil Celladı Olacağız
Son Güncellenme : 05 Tem 2015 14:12

HALKLARIN KATİLİ AMERİKA EMPERYALİZMİN KURBANI DEĞİL CELLADI OLACAĞIZ

Vatanımızın yağmalanması projesi: CHESTER

Amerikan emperyalizminin, yeraltı kaynaklarımıza göz dikmesi 1922’de imzalanan Chester Projesi’ne kadar dayanır. Proje 1922’de Cumhuriyet döneminde imzalansa da kökü 1910 yılı Osmanlı dönemine kadar uzanır.

Chester Projesi ile, Osmanlı-Amerikan Kalkınma Şirketi adına hareket eden Chester ve Kennedy’ye 99 yıllık bir imtiyaz (ayrıcalık) tanınmıştır. Projenin imzalanma seyri şöyledir:

“Knox, Washington’daki Osmanlı Maslahatgüzarına 1910 yılında yazdığı mektupla, Bâb-ı Âli’nin, Chester imtiyazını vermesini istemiştir. Fakat Almanların şiddetli muhalefeti, imtiyazın parlamentonun onayına sunulmasını engellemiştir. 1922 yılında, Ankara, bu imtiyazı, Osmanlı-Amerikan Kalkınma Şirketi adına hareket eden Chester ve Kennedy’ye tanıyacaktır. 99 yıllık imtiyaza göre, Doğu’da Musul’u da kapsayan çok geniş bir bölgede. Şirket, demiryolu inşa edecek ve demiryolunun iki yanında kalan 20’şer kilometrelik alanda, bütün madenleri işletecektir. İmtiyaz anlaşması, maden deyiminin petrol kaynaklarını kapsadığını ve şirketin petrol boru hatları inşa edebileceğini belirtmektedir. Ankara Hükümeti, şirkete geniş vergi muafiyetleri tanımış, demiryolu ve maden işletmesinden sağlanacak gelirin, giderler, amortisman, ihtiyatlar ve aksiyonerlere yüzde 12 temettü düşüldükten sonra kalan kısmından ancak yüzde 30 pay almaya rıza göstermiştir.

Anlaşmada Osmanlı-Amerikan şirketinin 5 ay içinde bir Türk anonim şirketi haline getirilmesi, şirketin muhaberatını Türkçe yapması gibi duygusal planda milliyetçi hükümler yer almakla birlikte, Chester Projesi, sömürge tipi bir imtiyazdır.” (Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni)

Sömürgecilik ilişkilerinin temellerini de atan Amerika, milli duyguların öneminin bilincinde olarak, Osmanlı-Amerikan şirketini, şirket kurulduktan 5 ay sonra Türk anonim şirketi haline getirilmiştir. Gerçekte var olan ise, Amerikan tekellerinin ülkemizi yağmalamaya, halkımızı soymaya başlamasıdır.

Anlaşmanın önemli bir noktası ise, kilometre hesabının yapılmamış olmasıdır. Yani Amerikan emperyalizmi demiryollarını madenlerin olduğu bölgelerden istediği kadar dolaştırma, yolu uzatma hakkına sahiptir. Hakim olacağı toprakları hesaba katarak demiryollarını istediği kadar uzatma, istediği yerlerden geçirme keyfiyeti de tanınmıştır. Bu anlaşma ülkemizdeki demir yollarının neden dolana dolana gittiğinin bir açıklamasıdır.

Kendi ülkesinin yer altı ve yer üstü kaynaklarına sahip olamayan bir devletin hiçbir konuda söz hakkı yok demektir. Fabrikalarına akacak hammaddesine sahip olamayan bir ülke satılmış demektir. Emekçilerin alın teri, emperyalistlerin kasalarına akan paraları var ediyor demektir. Bizim olanı çalanlar, vatanımızı petrol petrol, başak başak yediler, içtiler. Ve doymak bilmediler. Emperyalistler dağımızı, taşımızı, toprağımızı sömürüp zenginleştikçe biz yoksullaştık. Kendi kömürümüz bize sadaka diye dağıtıldı.

Bilinen, Bilinmeyen  Tüm Madenlerin  İşletme Hakkı Emperyalizme  Peşkeş Çekiliyor

1920-1930 döneminde madencilik alanında 20 şirket kuruldu. 20 şirketten 11’inin kurucu hissedar ya da yönetim kurulu üyeleri arasında emperyalistler bulunuyordu. Bu şirketlerin toplam sermayesinin % 63’ü mali sermaye denetiminde olan şirketlere aittir.

Sömürülen iki ana maden bakır ve kömür olmuştur. Bakır üreten, Ergani Bakır T.A.Ş.’nin 1928 yılında hisselerinin % 59,73’ü Deutsche Bank’ın elindedir.

1954 yılına gelindiğinde, yani yeni sömürgecilik ilişkilerinin resmiyet kazandığı dönemde “Petrol Kanunu” çıkartılmıştır. 1926’da çıkartılan ilk Petrol Kanunu’nda görünüşte petrol arama ve işletme hakkı devlete verilmişken; 1954’te imzalanan anlaşmayla Amerikan emperyalizminin bu alandaki hakimiyeti açıkça kabul edilmiştir.

Kanuna göre, Türkiye petrolde devletçilikten vazgeçtiğini kabul etmiş; petrol kaynaklarının özelleştirilmesinin önünü açmıştır.

Yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz, işbirlikçi burjuvazi ve Demokrat Parti iktidarı tarafından emperyalistlere adeta bir arpalık gibi dağıtılmıştır.

Çarpık kapitalizmin geliştiği ülkemizde, madenleri mamul mala dönüştürecek ağır sanayi de yoktur; çünkü emperyalizm gelişmesine izin vermez. Yer altı-yer üstü zenginliklerimizi yağmalayarak, kullanım hakkını da ellerinde tutarlar. Çıkarılan madenlerden özellikle stratejik olanları, temizlenme gibi basit bir işlemden geçtikten sonra emperyalist ülkelere gönderiliyor.

Bor, wolfram, krom gibi stratejik maden üretiminde dünyada ilk sırayı alan Türkiye, bu madenleri kendisi kullanamıyor, ama bu madenlerden yapılan işlenmiş mamul metaları emperyalist tekellerden satın alıyor.

Vatan Topraklarımızın %19’u, Yani 150 Bin Kilometrekarelik Maden Alanı Emperyalist Tekellerin Kontrolünde

AKP döneminde yeraltı kaynaklarımız hızla özelleştirildi. 2004 yılında çıkartılan maden kanunu ile emperyalist tekellere maden arama-işletme hakkı tanındı. Maden kanununa göre yeraltı kaynaklarımız, sadece yüzde 2 vergi karşılığında emperyalist tekellere peşkeş çekilirken, zenginleştirme işleminin ülkede yapılması halinde devlet payı %1 olarak belirlendi.

2007 yılında emperyalist tekellerle ortaklığı bulunan 143 madencilik şirketi vardı.

Topraklarımızı karış karış kazıyorlar. Türkiye, dünyadaki bor madeni rezervinin yüzde 70’ine sahip. Geleceğin madeni olarak kabul edilen borun yakın bir zamanda petrolün yerini alacağı ifade ediliyor. Türkiye’de bor madeni çıkaran çok sayıda yabancı şirket var.

Sadece Rio Tinto isimli şirketin 500 kilometrekarelik bor maden sahası var.

Anatolia Minerals Şirketi ise Sivas, Malatya ve Dersim’de altın, gümüş ve bakır yataklarına sahip. Adana’da çinko; Yozgat’ta ise bakır madeni işletiyor. Toplam yaklaşık 1400 metrekarelik toprağımız Anatolia Minerals Şirketi’nin kullanımında.

Odyssey Resources şirketi, Ordu-Fatsa ve Zaviköy bölgesinde bulunan altın, gümüş, çinko ve bakır madenleriyle ilgili 250 kilometrekarelik bir alanın ruhsatına sahip.

Eldorado Gold isimli Kanadalı şirket; Uşak-Eşme Banaz Katrancılar Köyü ile Kütahya-Gediz İlçesi Murat Dağı eteklerinde işletme ruhsatına sahip. Aynı şirket İzmir Efem Çukuru bölgesindeki altın madeni yataklarının işletmesini de aldı.

Halka Ait Olması  Gereken Madenlerin Emperyalistlerin  Elinde Olması,  Tüm Sanayinin             Emperyalist Denetime Sunulması Demektir

Madenlerimizin emperyalistlerin açıktan hakimiyetine verilmesini sağlayan maden kanundaki değişikliğin ardından; 2005’te, önceki yıllara göre yüzde 274’lük artışla 15 bin 149 ruhsat başvuru olurken, 11 bin 305 başvuru ruhsata bağlandı. 2006’da ise 18 bin 208 başvurudan 13 bin 866’sına ruhsat verildi. 2006’da ruhsat başvurularında bir önceki yıla göre yüzde 20, başvuruların ruhsata bağlanma oranı ise yüzde 22 arttı. Bu rakamlar içinde 51 yabancı ortaklı şirketde bulunuyor.

Hollanda, Kanada, Almanya, İsviçre, Cayman Adaları, İngiliz Virgin Adaları’nda gelen 51’e yakın şirket arama faaliyetlerini sürdürüyor.

 

Madenler  Halkın Malıdır,  Emperyalist Sömürüye Son Vereceğiz

Yeni-sömürge ülkelerde geliştirilen çarpık kapitalizm ve montaj sanayi, yeni-sömürgelerin kalkınmasının önünde engeldir. Sanayi yatırımları, yeni-sömürge ülkelerin ihtiyaçları ve kaynakları yerine, emperyalizmin ihtiyaçlarına göre yapıldığından, sektörler arası ve sektörlerin kendi içindeki dalları arasında bağlantılar kopuktur. Keza, yeni-sömürge ülkelerdeki hammadde ve yeraltı kaynakları çoğunlukla doğrudan emperyalist merkezlere taşındığından, işlenmiş mamul ve maden sanayi gelişmemektedir. Yeni-sömürge ülkeler, sattığı hammaddenin işlenmiş halini fahiş fiyatlarla almak zorunda bırakılmaktadır.

Oysa, ülkemizdeki yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarının tek ve gerçek sahibi ülke halklarıdır. Ülke toprakları üzerinde emperyalistlere hiçbir özgürlük tanınmaz.

Emperyalizme karşı mücadele etmek için çok haklı bir gerekçemiz daha var: 150 bin kilometrekarelik maden sahalarını yeniden halkın malı yapacağız.

Ölü Çocuklar Ülkesi
Bir haber düşüyor gazete köşelerine
Daha on altısında
bulutların peşinden koşacak yaşta
Daha çocuk
Daha bir ömür var önünde
Yaşayacak acıları gülecek sevinçleriyle
Düştü diyor gazete haberinde
İnşaattan düştü ve öldü
Su içer gibi soluk alır gibi
Normal bir şeymiş gibi
Kanıksatmaya çalışıyorlar bize çocuklarımızın ölümlerini
Ölü çocuklar ülkesine çevirdiler canım yurdumu
Burada çocuklar kovalayamaz gökkuşağını
İnce bir burukluk sızar gülüşlerinden
Kaf Dağının ardına düşer saf düşleri
Hayatın ağırlığı hoyratça çöker
küçük omuzlarına
Bizim çocuklarımız daha ilk adımda
Tanır düşmanı gözbebeğinden
Savaşır Berkin Berkin
Elinde sapan yüreği dalgalanan bayrak
Asıyorlar her gün insanlığımızı tavana
Bir kez daha karlı dağlara kestik
Bir çocuk daha öldü
Öldü ve her gün ölen üç işçiden biri oldu
Sen Abdullah olmayaydın fukara
Olaydın bir burjuva çocuğu
Gemicikler alırdı baban sana
Şirketler kurardı
on altına basmadan baban sana
Saymazdın o zaman üç kuruş için canını hiçe
Ayakkabı kutularında gelirdi
yaşından büyük para
Kimse konuşmadı seni Abdullah
Tıpkı her gün öldürülen
üç işçiyi konuşmadıkları gibi
Tut ki hiç yaşamamışsın gibi
Tut ki gözlerine mil çekilmiş gibi
Tut ki dilleri lal gibi
Tut ki kulakları var duymaz gibi
Tut ki göğüslerinde yürek yok gibi
Yok saydılar, yaşamamış saydılar
Fıtratında var dediler bu işin
Görmediler acılarını
Duymadılar çalınan çocukluğunu
Bilmezden geldiler ölümünü
Ama biz duyduk, gördük ve biliyoruz hakikati
Ama biz yazdık Abdullah
Hiç unutmamacasına
Damıttığımız acılarımızdan kine kesip
Bir çentik de senin için attık güzel çocuk
Sorulacak hesaplar duvarına

Bu Haberler Dikkatinizi Çekebilir

Adres:Katip Mustafa Çelebi Mahallesi Billurcu Sokak No: 20/2 BEYOĞLU-İSTANBUL Tel: +90(212)536 93 44 Fax: +90(212)536 93 45 E-mail: info@yuruyus.com
CopyLEFT Yürüyüş Dergisi 2004-2014 | İnternet Sayfamız özgür yazılım araçları kullanılarak kodlanmıştır.