Özgür Tutsaklık nasıl yaratıldı sorusunun akla gelen ilk cevabı kuşkusuz “DİRENMEK”tir.
Her koşulda direnmek Parti-Cephelilerin kimliği olmuştur. Yazı dizimizde 12 Eylül Cuntası’nın hapishane politikalarına ayrıntılı yer veriyoruz. Bugün Parti-Cephe kültürünün, değerlerinin, ideolojisinin yaratılmasında en önemli kilometre taşlarından birisidir Cunta hapishanelerindeki direnişlerimiz…
12 Eylül Cuntası’nın hapishanelerinde oportünist, reformist sol direnmedikleri için yok olup giderken Parti-Cepheliler her koşulda direnmenin mükün olduğunu göstermişler ve direnerek çelikleşmişlerdir.
Özgür Tutsaklık nasıl yaratıldı sorusunun bir başka cevabı ise “ÖRGÜTLENMEK” olacaktır.
Tepeden tırnağa örgütlü, yüzyılların yönetme deneyimine sahip sömürü düzenine karşı örgütlenmeden direnmek mümkün olamazdı.
Biz bu düzeni kökünden yıkmak istiyoruz.
Ve bu iddiamızdan hiçbir dönem geri durmadık. 12 Eylül Cuntası’nın hapishanelerinde olsun, F tipi tecrit hücrelerinde olsun hep bu iddiamızla direndik. Onun için direnişlerimiz kendiliğinden bir tepki değil, düşman saldırılarını boşa çıkartmak için ve iktidar iddiasıyla hareket edilen örgütlü direnişler olmuştur. Onun için rahatlıkla diyebiliyoruz ki, düşmanın hiçbir saldırı politikası Parti-Cepheliler üzerinde etkili olmamıştır.
Cuntanın hapishane politikaları birçok örgütü teslimiyet ve yok olma noktasına getirirken Parti-Cepheliler ideolojik birliklerini sağlamlaştırarak çıkmışlardır.
Yazı dizimizin bu bölümünde, 12 Eylül Cuntası’nın çok kapsamlı saldırılarına karşı tüm tutsak kitlesinin birliğini sağlamak ve direniş hattında tutmak için oluşturulan Hapishane Konseyi’ni ele alacağız.
Direnmek Örgütlenmektir
Egemen sınıfların topyekün saldırdığı koşullarda, bu saldırıya muhatap olan güçlerin birliğini sağlamak, mücadelenin başarısı için önemli etkendir. Tutsaklık koşulları bu yasanın geçerli olduğu, hem de çok daha elzem olduğu alanlardan biridir. Bu durumda, hapishane platformunda; her siyasetin, bir arada bulunduğu tüm siyasi grup ve tek tek devrimci, yurtsever ve demokratların birliğini sağlamak için, gerekli sorumluluk ve esnekliği göstermesi zorunluluktur. Kısacası, kitlelerin bulunduğu her mücadele alanı gibi hapishanelerde de, asgari de olsa bir birlik, örgütlülük olmadan mücadele başarıya ulaşamaz. İşte bu zorunlu ihtiyaç, hapishanelerde Konsey örgütlülüğü geleneğini yaratmıştır.
Konsey, hapishanelerde sol güçlerin asgari birliğinin, örgütlülüğünün ifadesidir.
Metris direnişinde olsun, diğer hapishaneler direnişlerinde olsun, mücadeleyi belli bir anlayıştan hareketle ileri götürecek, yaşamı genel anlamda disipline edecek örgütlenmeler olmaksızın; kalıcı adımlar atmak, tamamen olanaksız olmasa da, çok zor olurdu.
12 Eylül Cuntası’nın hapishanelere doldurduğu, asgari anlamda düzeni değiştirme konusunda hemfikir olan siyasi grup ve örgütlenmeler; yaşamın her alanında olduğu gibi var olmak, mücadele etmek, belli ilke ve kararlar üzerinde uzlaşıp anlaşarak örgütlenmek zorundaydılar. Buna bağlı olarak, bir an önce mücadele birlikleri oluşturma gereğinden hareketle -geçmiş deneylerden de yararlanarak- 1981 yaz aylarında Metris Hapishanesi Konseyi oluşturuldu.
Konsey; işkenceci hapishane yönetimine karşı aktif mücadeleye katılan ve siyasi tutukluluk kimliğini savunan tüm devrimci siyasi gruplarla; ilkeli, kalıcı ve demokratik merkeziyetçilik temeli üzerinde inşaa edilmiş, ortak devrimci mücadeleyi yönlendiren bir karar ve yürütme organı işlevini üstlendi.
Konsey aynı zamanda, devrimci siyasetler arasında zulme karşı asgari müştereklerde birliğin, karşılıklı güvenin ve dayanışmanın somut ifadesi olan özgül örgütlenme biçimiydi.
Devrimci tutsakların her zamanki temel talebi olan «siyasi tutukluluk hakkı»nın elde edilmesi için çaba gösterip, bu yönde her olanağı değerlendirerek somut adımlar atmak ve her koşulda siyasi varlığın, devrimci onur ve ilkelerin ödünsüz savunucusu olmak yükümlülüğündeydi.
Konsey bu çerçevede, devletin her türlü yaptırım, işkence, dayatma ve keyfi uygulamalarına karşı aktif mücadele yürütür, insanca yaşam koşullarının sağlanması; söz konusu hak ve olanakların yaratılması; korunması ve geliştirilmesi için mücadele eder; ama ilke ve onur sorunlarında, önemli siyasi tavırlarda, siyasi yoğunlukların politik bağımsızlıklarına ters düşen konularda bağlayıcı karar alamazdı.
Konsey’e hapishane direniş hattındaki tüm siyasetler katılabiliyordu. Ve siyasetler belirlenmiş ilkelere göre oy hakkına sahipti. Bu arada karar almayı çabuklaştırmak, genel kararları açıklamak, uygulanıp uygulanmadığını denetlemek, ivedi karar alınması gereken durumlarda, genel olarak tutuklular adına inisiyatif kullanmak için; dört siyasetten oluşan bir «Hapishane Konseyi Üst Yürütmesi» oluşturulmuştur.
İlk Metris Konseyi fiili yürütmesi Devrimci Sol (DS), Devrimci Kurtuluş (DK), Partizan (P), Halkın Kurtuluşu (HK) davası tutsaklarının temsilcilerinden oluşturulmuştur. 27 günlük açlık grevi sürecinde Konsey Yürütmesine DY davası tutuklularının temsilcileri de katılmıştır.
Konsey’de bağlayıcı genel kararlar üç çeşit oylama aracılığıyla belirleniyordu:
1- Kitle çoğunluğu,
2- Kitle ile siyaset çoğunluğunun birlikte aranması,
3- Siyaset sayısı çoğunluğu.
Konsey’in pratik işlerliği sağlanmış da olsa, bu pratik karar mekanizmasına yön verecek ciddi bir işleyiş programı oluşturulamamıştır. Örneğin karar almadaki üç çeşit oylamanın nedeni buydu. Kitlece az siyasetler her zaman kararlarda siyaset sayısı çoğunluğunun esas alınmasını savunagelmişlerdir. Kitlesel ağırlığı olan siyasetler ise kitle çoğunluğunu savunuyorlardı.
Devrimci Sol davası tutsakları ise, genelde tutuklu kitlesini bağlayacak kararlarda, kitlenin kararların uygulayıcısı olması nedeniyle, kitle çoğunluğunun esas alınması gerektiğini savunuyordu ki doğru olan da buydu.
1983 Temmuz-Ağustos açlık grevine kadar kararlar ya kitle çoğunluğu ve siyaset çoğunluğu birlikte göz önüne alınarak, ya da kitle çoğunluğuna göre oluyordu. Kitle çoğunluğu koşulunu da isteyen siyasetler, çok önem taşımadıkça siyaset çoğunluğu işleyişine onay veriyorlardı.
Bu durumda netlik yoktu.
’83 açlık grevi sonrasında Devrimci Sol davası tutsakları eylemi kıran DK, P ve DY ile hiçbir şey olmamış gibi aynı Konsey yapısı içinde olamayacağını açıkladı. Alınan pratik tavırların, mücadele anlayışının giderek farklılaşması ve sistemleşmesi ister istemez pratikte iki Konsey ya da iki başlı Konsey örgütlenmesini doğurdu. Bunlardan biri statükocu çizgiyi, en geri direnme çizgisini savunurken, diğeri kararlı bir direniş çizgisini savunuyor ve taktikler üretiyordu.
Somut olarak iki başlı Konsey; mücadeleyi sağa çekmeye çalışan dört siyasi dava tutukluları temsilcilerinin (HK, P, DY, DK), 1984 Nisan’ı ile Haziran açlık grevi-ölüm orucu sırasında «ayrılıkçı (!) tavır aldı» gerekçesiyle DS ve TİKB davaları tutuklularının Konsey ilişkisini dondurmasıyla tamamen su yüzüne çıktı.
Bu, iki ayrı çizginin, mücadele anlayışları sonucu iki ayrı karar mekanizmasına ve iki ayrı Konsey örgütlenmesine pratik olarak atılan adımın başlangıcıydı.
1983 Temmuz-Ağustos açlık grevi öncesi, Konsey’de oy hakkı olan siyasi dava tutukluları şunlardı: DS, DK, HK, P, DY, GKK, TİKB, K, PY, DHB, Acilciler, THKP-C/HDÖ, Kawa, Emeğin Birliği, Otonom, İS, CY, ÇS, THKP-C Savaşçıları, Rızgari, Dev-Savaş, HY, PK, EB…
1983 açlık grevinden sonra Troçkistler, TDY, TKEH, PKK de Konsey’e eklendi.
4 Şubat 1984’de tek tip elbise giydikleri için EB, Rızgari ve Troçkistler Konsey’den atıldılar.
‘Ne Olursa Olsun Birlik’ Demek İlkesizliktir!
«Devrimci birlik, içi boş lafızlarla dolu, soyut, kağıtları süsleyen manzumeler değil, mücadelede birliktir. Ne olursa olsun birlik savunulamaz. Bu ilkesizliktir!» diyen Devrimci Sol davası tutukluları; mücadelede birlik sağlamak için her türlü çabayı göstermelerine rağmen; mücadele açısından bir adım ileri atmak (hele zorunlu durumlarda) bile olanaksız hale geldiğinde, kendi özgüçleriyle harekete geçmekten çekinmediler. Bu, devrimci sorumluluğun gereği idi.
Devrimci mücadelenin genel çıkarlarının korunması, ileri adım atılması, direniş çizgisi sahiplerince her zaman hareket noktası olmuştur.
Devrimci Sol davası tutsakları, direnişi geri çeken, idarenin planlarını bozacak yerde kolaylaştıran her öneriye ve Genel Karara (GK) karşı çıktı. Bu tür GK’lara -genel olarak uymakla birlikte- muhalefet şerhi koydu. Örneğin, hapishane yönetiminden teksir kağıdı, kurşunkalem, keçeli kalem alma, mektup yazma, hükümlülerin ayrı koğuşlara alınmasına direnmeme vb. GK’lara karşı çıkmasına rağmen, uydu. Bu birliğin gereğiydi. Ancak koğuş direnişleri konusunda sonradan çıkarılan GK’a olumsuz niteliğinin önemi dolayısıyla uymadı. Çünkü bu direniş oldukça önemli, maddi yaşamın dayattığı bir eylemdi. Ve ayrıca sağa kayan statükocu çizgi artık hemen her türlü direnişe karşı çıkıyordu.
Parti-Cepheliler gerek hapishanelerde gerekse dışarda birlikleri hep mücadeleyi büyütme temelinde ele almıştır. Mücadeleyi büyütmeyen birliklerin içinde yer almamıştır.
Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu;
Parti-Cephe’nin Türkiye Devrimci Hareketine
Kazandırdığı Mücadele Birliğidir!
Gerek hapishanelerde gerekse dışarda “birlik” konusunda solun geçmişi adeta çöplük gibidir. Sayısız birlikler kurulmuştur. Ancak hiçbirisinin tarihe bıraktığı bir iz yoktur. Ne zaman ne için kurulduğu, ne zaman ne için dağıldığı bilinmez… Daha önce kurulan birliğin dağıldığını ancak bir yenisinin ilanıyla öğreniriz…
Bunun nedeni, kurulan bu birliklerin hiçbirisinin mücadeleyi büyütmeyi hedeflememesidir.
Ya güçsüzlüklerinin sonucu kendilerini var edebilmek için kurulmuş bir birliktir ya da Cephe’ye karşı oluşturulmuş bir birliktir. En aktif ve en uzun ömürlü olanı da Cephe’ye karşı kurdukları birlikler olmuştur.
Solun tarihinde mücadeleyi büyüten birlikler Cephe’nin önderliğinde kurulan ya da Cephe’nin içinde yer aldığı birlikler olmuştur.
Bunlardan birisi de solun tarihine onurla yazılan Cephe’nin önderliğinde 1996’da kurulan CEZAEVLERİ MERKEZİ KOORDİNASYONU (CMK) olmuştur.
CMK, direnmemenin, statükoları korumanın birliği değildir. Buca, Ümraniye hapishaneleri gibi barikatların da kaldırılarak düşmanla göğüs göğüse çatışılarak yaratılmıştır. Eskişehir tubutluklarının açılmasıyla oligarşinin daha kapsamlı saldırılarını püskürtmek ve devrimci savaşı büyütmek için kurulmuş bir birliktir.
CMK’nın kuruluş bildirisinden yapılan aşağıdaki alıntı bu birliğin niteliğini ortaya koymaktadır.
“Egemenlerin on yıllardır devrimci yurtsever tutsaklara karşı politikalarının özünü teslim almak, boyun eğdirmek ve davalarına ihanet ettirmek oluşturuyor . Bu amaca uygun olarak değişik yöntem ve biçimler altında saldırılar sürdürülüyor. Tutsaklık koşullarında mücadelenin özünü de bu ardı arkası kesilmeyen saldırılara karşı sürekli bir direniş oluşturuyor.
Sınıflar mücadelesinin gelişimine ve direnişin boyutuna bağlı olarak egemen sınıflar saldırılarının biçimi ve seviyesini belirlerler. 12 Eylül sonrası devrimci tutsaklar egemenlerin bu politikalarını boşa çıkartarak teslim alınamayan, direnen ve savaşan tutsaklığı yaratmışlardır.
… Bugün biz devrimci tutsaklar faşizmin karşısına Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu’yla dikiliyor, tüm saldırı ve uygulamaları bir kez daha işlemez kılarak boşa çıkartacağımızı ilan ediyoruz. Ve bir kez daha diyoruz ki, BİZ KAZANACAĞIZ …
Cezaevleri Merkez Koordinasyonu birdenbire oluşturulmuş bir örgütlenme değildir. Bu direniş ve mücadele birlikteliği üzerinde yükselmiştir.
1995 yılı Eylül ayında Buca Cezaevi’nde 3 devrimci tutsağın şehit düşmesi, onlarcasının yaralanmasıyla sonuçlanan katliama, yeni açılmış olan Ümraniye Cezaevi’ndeki tutsaklara dayatılan teslimiyet politikalarına cevap vermek ve tek tek cezaevlerinde demokratik hak kazanımları elde etmek için Süresiz Açlık Grevi temelinde örgütlenen genel direniş, hem politik hemde demokratik anlamda önemli kazanımlarla sonuçlanmıştır.
Düşmana geri adım attıran Genel Direniş’in gücü; değişik örgütlerin içeride ve dışarıda eylemlerinin birliğini ve halklarımızın devrimci tutsakları sahiplenmesini açığa çıkarabilmiş olmasındandır.
4 Ocak ’96’ da gerçekleştirilen Ümraniye Cezaevi Katliamı’na tutsaklık cephesinden gösterilen tepki Genel Direniş’i aşan ve kendi içinde bir merkeziliği taşıyan niteliğe sahip olmuştur. 14 ayrı örgütün bulunduğu tüm cezaevlerinde aynı anda yaşama geçirdikleri rehin alma, barikat kurma, işgal ve sayım vermeme gibi eylemlerle düşmana meydan okunmuş, direniş daha üst bir noktaya sıçratılmıştır.
Direnişlerin merkezi olarak organize edilmesi anlamında izlenen bu gelişim seyri, üzerinde anlaşılmış ilke ve kurallarla daha iradi ve programlı kılınarak güçlendirilmeliydi. Cezaevleri Merkezi Koordinasyonu, bu ihtiyacın bir ürünü olarak tüm cezaevlerindeki;
MLKP, TKP(ML), TİKB, TKP/ML, TKEPLeninist, HKG, Direniş Hareketi, Ekim ve DHKP/C tutsakları tarafından kuruldu. …” (Zafer Yolunda Kurtuluş, 18 Mayıs 1996, Syf: 28)
CMK, Büyük Direniş dönemine kadar oligarşinin hapishanelere yönelik saldırılarına karşı solun önemli bir kesimini direniş çizgisinde tutmuştur. 1996 Ölüm Orucu ve Ulucanlar gibi solun tarihine onurla yazılan direnişleri yaratmıştır. Ancak oligarşinin F tipi saldırılarına karşı daha büyük bedelleri göze alarak direnemeyen oportünizm CMK’yı dağıtmışlardır.
Oligarşi devrimcileri teslim almak için her zaman önce örgütlülüğü yok etmeye çalışmıştır. Bu, 12 Eylül döneminde de, ‘90’lı yıllarda da, F tipleri döneminde de böyle olmuştur. Metris Hapishanesi’nde direnenlerin tecrit edilmesi, Eskişehir tabutlukları ve bunların en sistemli saldırısı F tipleri devrimci tutsakların örgütlülüğünü bitirmek içindi. Devrimci tutsaklar her koşulda örgütlülüklerini koruyarak direndiler ve ayakta kaldılar. Hapishaneleri devrimin birer okulu haline getirdiler… Oportünizm ise devrimcilerin kanları, canları pahasına yarttığı olanakları kendilerine “rahat” bir yaşam kurmak için kullandılar. Örgütsüzlüğü yaşattılar…
Sürecek