Örnek Resim

Anasayfa > GÜNDEM > Dünden Bugüne Sürüyor Gelenek!

Dünden Bugüne Sürüyor Gelenek!
Son Güncellenme : 28 Ağu 2016 11:09

Dünden Bugüne Sürüyor Gelenek!

Gelenek, Cephelileri Mahallesinde Milis;

Dağda, Şehirde Gerilla Olmaya Çağırıyor!

Atılım Yıllarında Dağlardaki İlk Ses; Malatya’nın Dağlarından Geldi!

Bir özlemdi, bir tutkuydu dağlar. Kabına sığmaz bir coşkuydu. Halkların özgürlüğü yolunda vazgeçilmez bir yeri vardı. Ne bir niyet meselesi, ne de tercih meselesiydi. Dağlar “olmazsa olmaz”dı. Halk kurtuluş savaşımızda zorunluluktu.

Anadolu’nun tarihinde nerede zulme karşı duranlar varsa, bir ayakları dağda olmuştur. Ve dağlar bağrına basmıştır isyancıları.

Halk kurtuluş savaşımızın da önemli bir ayağı oldu dağlar. Mahirler’in Kızıldere’de yükselttiği savaş, Necdetlerle büyüdü. ‘90’lı yıllarda atılımla beraber dağlar da ses verdi. Ve ilk ateşi Malatya dağlarında Komutan Şerafettin ve 4 yoldaşı yaktı.

17 Mart 1992’de Kürecik dağlarında yankılandı gerillanın sesi; 5 Devrimci Sol savaşçısı şehit düştüler. Dağların elleri ellerimizdeydi artık. Kırda büyüyen savaşın ilk ateşi olmanın onuruyla haykırdılar… Bizim de dağlarımız var…

“Mart’ta Malatya Kürecik Gür kaynak’ta Kemal Kaplan’ın kaçırıldığı duyuldu. Kemal Kaplan, ahlaki değerlerden yoksun, insan olmaktan uzak biriydi. Seveni yoktu. Onu, sadece işbirliği yaptığı, pavyonlarda gününü gün ettiği jandarma, özel tim ve polis severdi. Çünkü onların halk içinde kulağı gözüydü. Köylüleri, babası çok uyarıyordu Kemal’i. Ama Kemal ihbar etmeyi, halkı soymayı sürdürdü. Ama, halkın adaleti onu buldu… Yanında neden öldürüldüğünü açıklayan bir bildiriyle birlikte cesedinin bulunmasından sonra, Gürkaynak Kürecik halkı üzerin de baskı, terör yoğunlaştırıldı. Gençler toparlandı, okuyanlar tehdit edilerek okula gitmeleri engellendi. Köylülerin üzerlerine ateş edildi. İnfaz provaları yapıldı. İçlerinden birinin kulak zarı patladı. Köylülerden on yaşındaki Mahmut, çırılçıplak, saatlerce gecenin ayazında kar üstünde yatırıldı. Evlerin kapıları kırıldı. Evlerinde neden iki kabanlarının, iki ayakkabılarının olduğu soruldu. Onlara göre, sadece üstündekilerle yetinmeliydiler. Çünkü gerisi mutlaka gerillalarındı… 70 yaşındaki Kutlu Dede’yi aldılar, yol göstersin diye döve döve götürdüler. Ahırları evleri taradılar. Kuzuların çoğunu öldürdüler. İşkence yapılmayacak, ‘şeffaflık var’ diyenler, iki yüzlülüklerini sergilediler ve ‘Biz, istediğimiz yere girer, kırar döker tararız ve istediğimizi alırız’ dediler. Bütün bu yaşananların ardından, Özgür-Der’liler, Alay Komutanlığı’na, Emniyet Müdürlüğüne, Valiliğe ve Kürecik Gürkaynak’a gittiler. Kontrgerilla ve şube müdürleri onları tehdit etti. Özgür-Der’lilerin bir heyet oluşturmak için tüm zorlamalarına karşın, SHP ve İHD yangından mal kaçırırcasına ayrı gittiler. ÖzgürDer’liler ise köylülerle birlikte, baskı ve gözdağı politikasına karşı koydular. Haklarını aradılar, baskılar karşısında geri adım atmayacaklarını haykırdılar. Şehirde ise gözaltılar sürüyordu, öyle ki, beyninden rahatsız olan, en ufak bir seste dahi sakat kalabilecek insanlar bile gözaltında tutuyor, haklarında hiçbir bilgi verilmiyordu. ‘Kayıpları’ soran, bilgi almaya çalışan Özgür-Der Başkanı’na Emniyet Müdür Yardımcısı tahammülsüzlüğünü haykırıyordu. ‘Sen gene mi geldin? Seni istemiyorum, çık git!’ Kırsal alandaki köy aramaları ve operasyonlar kesintisiz sürüyordu. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, 18 Mart akşamı, beş şehidin haberi geldi. Devrimci Sol Kürdistan Komitesı’ne bağlı SDB’lerin Malatya’da beş şehit verdiği’ açıklandı. Şimdi gözaltılar ve aramalar sı rasında gereken kamuoyu nasıl yaratılmışsa, şehitlerimize de öyle sahip çıkma zamanıydı. Önce Gürkaynaklı Hasan ve Mustafa’nın cenazeleri getirildi. 19 Mart sa bahı, Özgür-Der’liler ve Mücadele temsilciliğinin okurlarının dışında kimse yoktu. Elazığ’dan gelenleri köye almamışlardı. Çevre köylerden gelenleri de sokmamışlardı. Mücadele ve Özgür-Der’in çelenklerine el koymak istediler. Uzun tartışmalardan sonra, çelenklerin cenazelerin yanına getirilmesine izin verildi. Öyle ya, ‘terörist’lerin cenazesine ilk kez çelenklerle sahip çıkılıyordu. Köy muhtarı, azaları, köylüler on beş günü aşkındır, özel timin her türlü baskısına rağmen cenazelerini ne olursa olsun kaldırmak istiyorlardı. Özel Tim, Özgür-Der’lilerin ve Mücadelecilerin köyden ayrılmasını, yabancıların kalmamasını, çelenklerin götürülmesini istiyordu. Yabancı kimdi?.. Biz mi, onlar mı?.. Biz, halkımızın çocukları, onlar emperyalizmin işbirlikçileriydiler. Yabancı olanlar, gitmesi gerekenler varsa, onlardı… Gerillaların vücudu delik deşikti. Bedenlerini bıçakla yarmışlardı. Cesetlerine bile işkence yapılmıştı. Çoğunun boynu, kolu, bacağı kırıktı. Yerlerde sürüklenmişlerdi. Ve her zamanki gibi, üstlerindeki iyi şeyler alınmıştı. Ama şehitlerimizde gülümseme vardı yine de. Şehitlerimiz, ölümü gülerek kucaklamışlardı. Kır SDB üyesi gerillaların üzerine sarı, yeşil, kırmızı mendiller kondu. Marşlar söylendi. Ant içildi. Şehit bantları takıldı. Oligarşi için bunlar suçların en büyüğüydü. Toprağımızı, insanlarımızı sevmek suçtu… Özgürlüğü istemek, yaşam güvenliğimizi sağlamak suçtu… Suçtu onların köylüsü olmak. En büyük suçları halklarını sevmekti. Ama yine halaylarımızda omuz omuzaydılar. Yine marşlarımız söylendi, sevdikleri şiirler okundu. İşte tüm şehitlerimiz yanı başımızdaydılar. Can dostlarımız, 12 Temmuz alevinde nasıl kavrulmuştuk, nasıl yeminlerimizi etmiştik. Acımız hüznümüz olma mıştı. Gözlerimizde gözyaşını boşuna aramışlardı. Hasan’ın ailesi henüz gelmediğinden gömülemezken, baskı nedeniyle ailesi Mustafa’yı gömmek istedi. Ve karda, güç koşullarda cenaze ve çelenkler ardında yüründü. Cenaze gömüldükten ve baş sağlığı dilendikten sonra, hep birlikte Hasan’ların evine gidildi. Bir saat sonra Hasan’ın ailesi geldi. Tek oğlunun üstüne titreyen, koklamaya kıyamayan Fadime Ana isyan ediyordu. Hasan’ı sevenler, devrimci mücadeledeki kararlılığını bilenler, odayı süslemişlerdi. Beyazların üzerinde kırmızı karanfillerle Hasan bizimleydi. Ağıtlar yükseldikçe öfke büyüyordu. Ve geleneksel bir biçimde, ikisi de doğup büyüdükleri toprağın kucağına gömüldüler. Ve diğer üç şehit… Üç gerilla… Avukat Fuat Erdoğan ve Özgür-Der sekreteri, kır SDB’sinde yer alan üç gerillanın teslim ve teşhis işi için uğraştılar. Nasıl olurdu?.. Bugüne dek teröristlerin cenazelerine sahip çıkılmamıştı. ‘Onların leşleri ortada kalmalı, ibreti alem olmalı’ diyordu binbaşının biri. Ama yanıldılar. Biz de ne pahasına olursa olsun, şehitlerimizi yalnız bırakmadık. Gereken görüşmeler yapılırken, Avukat Fuat Erdoğan ve Özgür-Der Sekreteri Akçadağ’a gittiler. 24 saat geçmeden, Hasan ve Mustafa’nın cenazesi alınırken, vakit geçirmeksizin üç gerillayı gömmüşlerdi. Jandarma, DGM savcılığı ve valilik soruşturma ve operasyonun devam ettiğini belirterek teşhisi engellediler. Otopside yakınları bulunması gerekirken, doktorlar ve savcılar devlet terörüne ortak olacak şekilde alelacele otopsi yaptılar. Şehitlerimizi bir pikabın arkasına yükleyerek getirip, bir çukura gömenler bir kez daha yanıldılar. Mezarlık altüst edildi ve köylülerin de yardımıyla üç şehit bulundu. Çocuklar, o masum gözlemleriyle nasıl gömüldüklerini anlattılar. Yanımızda getirdiğimiz malzemelerle mezarı çevirdik. Sarılı, kırmızılı, yeşilli iplerle süsledik. Üç kırmızı şehit bandımızı taktık. Saygımızı bir daha gösterdik. Ve dört ay önce Kürecikte öldürülen Suriyeli PKK’linin mezarını da bularak, aynı biçimde çevirdik. Biraz sonra ihbarcılar geldi. Peşinden polisler tabii ki… Tartıştık. Gözaltına almak istediler. Biz gereken yerlerle görüştüğümüzü belirttik. Savcı ile görüşme isteğinde bulunduk. Savcı bizim kendisiyle telefon görüşmesi yaptığımızı açıkladı. Otopsi ve gömülme konusundaki yasadışılığı ifade ettik. ‘Ölüler sahiplidir’ dedik. Emniyet bizi almakta ısrarlıydı. Filmlerimize el konuldu. Bizler o sırada jandarmanın Özgür-Der Başkanı köydeki konuşmasından dolayı gözaltına aldığını öğrendik. Dört saat sonra serbest bırakıldık. Başkanın yanıma gittik. Savcılığa çıkarıyoruz denilerek, kaçırılıp Malatya DGM’ye getirildi. Özgür-Der Başkanı, Hasan’ın ve beş şehidimizin kanının yerde kalmayacağını orada da bir kez daha yineleyerek şehitlerimize sahip çıktı. Bizlere yönelik tehditler bitmiyordu ve bitmeyecekti de… Telefonda Özgür-Der sekreterini arayıp ‘Lokum gönderiyoruz. Beş kişinin lokumunu yiyin’ diyenlere, Özgür-Der sekreterinin cevabı ‘Hevesiniz kursağınızda kalacak’  oluyordu. Onlar bizdik, biz de onlar. Onların vücutlarındaki kurşunları, şimdi biz taşıyoruz. O kurşunlar ki, yüreğimizi dağladı. Sabahlardan bir sabah yarattı.” (Mücadele Sayı 42, 1 Nisan 1992)

* ÖzgürDer: Halk Cephesi’nin o dönemki kurumlarından biri

* Mücadele dergisi: Bugünkü Yürüyüş dergimizin 1992’deki adıdır.

* Av. Fuat Erdoğan: Daha sonrasında polis tarafından katledildi.

Bu Haberler Dikkatinizi Çekebilir

Adres:Katip Mustafa Çelebi Mahallesi Billurcu Sokak No: 20/2 BEYOĞLU-İSTANBUL Tel: +90(212)536 93 44 Fax: +90(212)536 93 45 E-mail: info@yuruyus.com
CopyLEFT Yürüyüş Dergisi 2004-2014 | İnternet Sayfamız özgür yazılım araçları kullanılarak kodlanmıştır.