“AB’den vazgeçmek, bir günde NATO’dan ayrılmak gibi bir beklenti, Türkiye-Rusya ilişkilerine de Türkiye’nin bölgedeki diğer komşularıyla ilişkilerinde de gerçekçi bir ilerlemeye katkı sağlamayacaktır. Burada elbetteki Türkiye’nin komşularıyla iyi ilişkiler içinde olması hem demokratikleşmesi, hem iç barışı, hem de dünyayla saygın bir ilişki kurmasının da olmazsa olmazıdır. Dolayısıyla bu birini diğerinin alternatifi gibi görme, birini tümden terk etme, öbürünü bir anda aşırı yüceltme eğilimi, nasıl uçak düşürüldüğünde doğru bir sonuç ortaya çıkartmadıysa bugün de daha dikkatli, daha zamana yayılan bir politikayı tercih etmelidir.”
Tayyip Erdoğan’ın Putin ile görüşmesi ve Türkiye Rusya ilişkilerinde “yakınlaşma” olarak yaratılan havanın sonucunda HDP Sözcüsü Ayhan Bilgen böyle bir açıklama yapıyor. Halkların katili NATO’yu savunuyor. Girdiği her yere katliam, tecavüz, işgal, talan vb. götürmüş bir emperyalist kurumdan söz ediyoruz.
Kürt milliyetçilerinin geldiği nokta itibarıyla elbette bu yaklaşım bize hiç de şaşırtıcı gelmiyor. “Biz Amerika’ya, onun çıkarlarına karşı değiliz”, “ABD’ye karşı eylemimiz yoktur” diyenlerin NATO’yu savunmaları şaşırtıcı değildir.
Sorun NATO ve emperyalizm savunuculuğunun sol adına, yurtseverlik kisvesi altında yapılıyor, gösteriliyor olmasıdır.
Hayır! Bu solculuk, yurtseverlik değildir. Solun değerleri açık ve nettir, bulandırılamaz, kirletilemez.
Çarpıklığa bakın halk düşmanı AKP, lafta da olsa AB emperyalistlerine karşı esip gürlüyor, NATO’ya karşı açıklamalar yapıyor, ABD’ye laf ediyor. Ancak sözde yurtsever ve solcu olduğu iddiasındaki Kürt milliyetçileri emperyalistlere methiyeler düzüyor. NATO savunucusu kesiliyor.
NATO, dünya halklarının katili emperyalist bir örgüttür. Sayısız suçları vardır. NATO’yu savunmak emperyalizmi, onun katil ve halk düşmanı düzenini savunmak demektir.
NATO’nun, emperyalistlerin savunuculuğuna soyunulduğu yerde devrim ve iktidar iddiası yoktur. İlericilik yoktur. Halktan yana olmak yoktur. Vatanseverlik yoktur. Proletaryanın ideolojisini temsil etmek yoktur. Dünya ve ülkemiz halklarının ve devrimcilerinin mücadeleleri üzerine inşa olmuş devrimci ilke ve değerler yoktur.
Solu sol yapan değerleridir. Kürt milliyetçileri, oportünizm ve reformizm solun değerlerini bitirmiştir. Gerçekte ise biten, çürüyen kendileridir.
Değerlerimizin kirletilmesine izin vermeyeceğiz.
Emperyalist efendilerin “21. yüzyıl ayaklanmalar yüzyılı olacaktır” gerçeğini itiraf etmeleri geleceğin devrimci soldan, Marksist-Leninistlerden yana olduğunun itirafıdır. Bu gerçek solun her zamankinden daha fazla umut olduğunun itirafıdır. Bu gerçeğe gözlerini kapatanlar emperyalistler gibi tarihin çöp sepetine atılmaktan kurtulamayacaktır.
Elbette ayaklanmalar kendi kendine olmayacaktır. Tarihsel-siyasal sürecini doldurmuş, vadesi çoktan geçmiş olan emperyalist-kapitalist düzen kendiliğinden ortadan kalkmayacaktır. Bu, bilimsel değildir. Tersine emperyalist efendiler ortaya koydukları tespitlerinde öncelikle daha da olgunlaşan potansiyel bir gerçeğe işaret ediyorlar. Onlar bu gerçeği engellemek için önlemler alıyorlar. Gelişmenin yönünü kendi çıkarları doğrultusunda belirlemeye çalışıyorlar. Sola, devrimcilere, ilericilere düşen görev de bu devrimci potansiyeli maddi bir güce dönüştürmektir. Ayaklanma potansiyelini devrimle sonuçlandırmaktır. Bunun için her türlü bedeli ödemeyi göze almak, emperyalizme meydan okuma cüretini göstermek, emperyalizmin kurbanı değil celladı olabilmektir. Sol budur. Solculuk budur. Umut budur.
Pespaye emperyalizm ve NATO savunuculuğu ise bitişin itirafıdır. Emperyalizm ve dünyanın ezilen halkları savaşında emperyalizm cephesinde olmak demektir.
Sol, İlerici Olmaktır;
NATO Savunuculuğu Gericiliktir
Sol gelişmekte olanı, yeniyi, ileriyi temsil eder, bunlara sahip çıkar. Çürüyene, eskiyene, gelişmenin önünde engel olana karşı savaşır. Her toplumsal gelişmede toplumu ileri götürecek tutum ve tavrı esas alır. İleriyi temsil eden sınıfları destekler.
Solun ilericilik karakteri burada ifadesini bulur.
Peki çürüyen, ölen, yok olan kimdir, nedir?
Bu sorunun cevabı tarihsel olarak verilmiştir. Ve kendini sayısız kez doğrulamaktadır. Lenin, kapitalizmin ulaştığı en üst aşama olarak belirlediği emperyalizmin tarihsel açıdan yerini şöyle ifade ediyor: “Emperyalizm, kapitalizmin özel bir tarihsel aşamasıdır. Bu özellik üçlüdür: Emperyalizm: 1) tekelci kapitalizmdir; 2) asalak ve çürüyen kapitalizmdir; 3) can çekişen kapitalizmdir.”
Bu durumun ne anlama geldiğini kısaca şöyle özetleyebiliriz. Binlerce işçiyi çalıştıran dev işletmeleri bir bütün halinde holding, kartel, tröst, konsorsiyum gibi çeşitli adlar altında birleştiren tekeller toplam üretimin önemli bir bölümünü üreten durumuna gelirler. Hammadde kaynaklarını ve pazarları ele geçirerek aralarında paylaşırlar. Bilim ve teknolojiyi kendi denetimlerine alırlar. En iyi mühendisler, bilim adamları, teknik elemanlar vs. tekellere hizmet eder hale gelir. Büyük bankalar ülkedeki para piyasasını denetim altında tutabilecek güce ulaşırlar. Banka sermayesi ve sanayi sermayesinin iç içe geçip bütünleşmesiyle ortaya çıkan mali oligarşi, ülke ekonomisini kontrol eden tek güç haline gelir. Burjuvazinin büyük çoğunluğu üretimden tümüyle koparak, tüketimlerini daha da arttırarak, rant ve faiz gelirleriyle yaşayarak bütünüyle asalaklaşır, asalak bir tabaka yaratır.
Tekellerin devletin yönetim organları üzerindeki etkinliği, belirleyiciliği de artar ve sonuçta ekonomideki mali oligarşinin diktatörlüğü devlet üzerinde de tümüyle egemen hale gelir. Yani eski kapitalist burjuva devlet tekelci devlete dönüşür. Devletin tüm fonksiyonları artık tekellerin çıkarlarına göre, onlara hizmet edecek şekilde düzenlenir.
Emperyalizm asalak ve çürüyen kapitalizmdir dedik. Serbest rekabetçi dönemde burjuvazi bilim ve tekniğin gelişmesini sürekli teşvik eden ve bunları üretimde kullanan durumdadır. Çünkü rekabet ve pazar olanaklarının geniş olduğu koşullarda rakiplerine üstünlük sağlamak için üretimi en kısa sürede mümkün olduğu kadar arttırmak ve maliyeti düşürmek amacındadır. Ancak emperyalizm döneminde tekeller bilimsel ve teknik buluşların kullanılmasını engelleyici durumdadırlar. Tekellerin bazı önemli bilimsel ve teknik buluşları yıllar boyunca gizlediklerini ve ulaşılan bilimsel ve teknolojik gelişmeyi bire bir üretim alanına yansıtmadıkları bilinen bir gerçektir.
Lenin, onyıllar öncesinde 1913’de bu emperyalizmin gericiliği, asalak ve çürüyen yapısı noktasında şunları söylüyordu: “İnsan nereye bakarsa baksın adım başında, insanlığın derhal tamamen çözebilecek durumda olduğu görevlerle karşılaşıyor. Kapitalizm bunu engelliyor. O, dağ gibi zenginlikler biriktirdi -ve insanı bu zenginliğin kölesi durumuna getirdi. Tekniğin en karmaşık sorunlarını çözdü- ve nüfusun milyonlarca kitlesinin yoksulluğu ve cehaleti karşısında ve bir avuç milyonerin dar kafalı hırsı karşısında teknik iyileştirmelerin kullanılmasını engelledi.”
Lenin’in bu sözlerinin üzerinden 100 yılı aşkın bir süre geçti. Lenin’in işaret ettiği gerçek bugün çok daha boyutlu, derinleşmiş bir durumdadır. Yani çürüme, asalaklık had safhaya ulaşmış durumdadır.
Çok genel hatlarıyla özetlediğimiz bu tabloda emperyalist-kapitalist düzen ve emperyalist burjuvazi kendisi gibi tüm toplumu da her şeyiyle asalaklaştırır, çürütür, yozlaştırır. Burjuvazi ilericilik karakterini bütünüyle yitirmiş, toplumsal gelişmenin önünde gerici bir rol oynayan duruma gelmiştir.
Gelecek sosyalizmindir. Bu geleceğin öncüsü işçi sınıfıdır.
Sol olmanın da ilerici olmanın da temel ölçütü emperyalizme karşı olmaktır. Emperyalizmi gerileten her politika, her sınıfsal-ulusal hareket, her adım ilericidir ve desteklenir.
Sol, sol olarak nitelenmeye başladığı andan bugüne ilerici gelişimin içinde oldu. Böyle sol oldu, böyle değer kazandı.
Sol, Halktan Yana Olmaktır! NATO’yu Savunanlar Halktan Yana Olamazlar
Kürt Halkını Temsil Edemezler
Halktan yana olmak halkın kurtuluşu, halkın iktidarı için savaşmaktır. Halkın çıkarlarını, halkın taleplerini savunmaktır.
Dünya halklarını doyuramayan, açlığa, yoksulluğa mahkum eden bir sistemdir emperyalist-kapitalist sistem.
Bakın dünya tablosuna; açlık, yoksulluk, yozlaşma, fuhuş, uyuşturucu, işsizlik, temel haklardan mahrum kalan milyarlar… Bir içme suyu bulamayan, başını sokacak evi olmadığı için sokaklarda yatan, barakalarda yaşayan milyarlar… Kölece çalışma koşullarına mahkum olan, emeğinin karşılığını almayı bırakın aşağılanan, onursuzluk dayatılan milyarlar… Adalete, insanca, eşit yaşama susamış milyarlar… Eğitim hakkından yararlanamayan cehalete mahkum edilen milyarlar. Bitmeyen savaşlar ve iç karışıklıklarla birbirine kırdırılan milyarlar… Kimdir bu tablonun sorumlusu?
Ekonomisinden siyasetine, kültüründen sanatına her şeye hükmeden, dünyanın politikasını belirleyen emperyalist-kapitalist sistemdir. Bu sistemin yöneticisi tekellerdir.
IMF’si, Dünya Bankası, OECD’si, NATO’su, AB’si, DTÖ’sü, BM’si ile hiçbiri halklara hizmet etmiyor. Tersine halklara karşıdır. Onu ezen, onu sömüren emperyalist kurum ve kuruluşlardır.
Bu kurumları meşru görmek emperyalizmin düzenini meşru görmektir. Bunun halkın çıkarlarıyla, halktan yana olmakla bir ilgisi yoktur.
Kürt milliyetçileri Kürt halkının temsilcisi olduğu iddiasındadır. Bir halkı temsil etmek o halkın çıkar ve taleplerini programında, politikasında ve pratiğinde karşılamak demektir. Bir halkı temsil etmek, o halkı kurtuluşa götürecek bir çizgiye sahip olmak demektir.
Kürt milliyetçileri, Kürt halkını kurtuluşa değil, emperyalizmin köleliğine götürmektedir. Kürt milliyetçileri yalnızca kendi halkını değil diğer halkları da emperyalizmin düzenine teslim olmaya çağırmaktadır.
NATO’nun, emperyalizmin; Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye’ye yönelik işgal ve saldırılarına yönelik alınan tavırlar kimin sol, devrimci, ilerici, yurtsever olduğunun da turnusolu olmuştur.
Devrimci sol tartışmasız ve tereddütsüz emperyalist saldırganlığa karşı çıkmış, halkların genel çıkarından yana olmuştur. Sol budur. Sol, “Ortadoğu Ortadoğu Halklarınındır, Emperyalizm Ortadoğu’dan Defol” demektir.
Sol “Ne Sam, Ne Saddam” demek değildir. Sol “Kaddafi, Esad diktatörlüğü” diyerek emperyalist müdahaleyi meşrulaştırmak değildir. Bu anlayış emperyalizme yedeklenmektir. Halkların değil emperyalizmin çıkarlarını savunmak demektir.
Solculuk anti-emperyalist olmaktır, vatanseverliktir. “Demokratik emperyalizm” vb söylemleriyle emperyalizmde ilericilik tespit edenler…NATO’yu savunanlar, emperyalizmin kara gücü olanlar solu temsil edemezler. Kürt ve Türk halkınlarını temsil edemezler.
Sol, Devrim ve İktidar İddiasıdır
NATO Savunucularının Tek Hedefi Düzeniçileşmektir
Halkın kurtuluşunu savunan sol, halkın kurtuluşunun devrimle, halkın kendi iktidarını almasıyla gerçekleşeceğini bilir. Sömürücü, sınıflı bir toplumda, faşizme yönetilen bir toplumda halkın sorunlarının tek çözümü vardır: Devrim.
Bu anlamda solun mücadelesi protestoyla sınırlı, muhalefetle sınırlı bir mücadele değildir. Protesto ve muhalefet anlayışı düzeniçi, reformist ve oportünist solun anlayışıdır. Bu anlayışın en uç ifadesi kendisini sivil toplumculukta bulur. Sivil toplumculuk emperyalizmin solun, halkın saflarına yerleştirmeye çalıştığı düzen anlayışıdır.
Sivil toplumculuğun özü, solu, halkı düzene yedeklemektir. Halkın mücadele dinamiklerini, devrimci potansiyelini yok etmektir. Sivil toplumculukta halkın örgütlenmesi yoktur. Halkın mücadelesi yoktur.
Burjuva ideolojisi sol saflara sivil toplumculuğu yerleştirmeye çalışmış ve bunda da küçümsenmeyecek bir başarı sağlamıştır.
Bugün böylesi bir “sol”a göre devrimin modası geçmiştir. İktidar mücadelesi geride kalmıştır. Devrim olacaksa da emperyalizmin güdümünde ve desteğinde, emperyalizmin silahlarıyla bir devrim olabilir ancak… Kadife devrimler, turuncu devrimler, gül devrimleri, Arap Baharları… Ve Rojava Devrimi dedikleri böyledir.
Devrim bir alt-üst oluştur. Eskinin tümüyle yıkılıp parçalanarak yerine yeni daha ileri bir toplumsal düzenin kurulmasıdır. Bunun günümüz dünyasındaki karşılığı, emperyalizmin çıkarlarına ters düşmektir. Emperyalizmi karşına almaktır. Onunla cepheden savaşmaktır.
Oysa Kürt milliyetçilerinin, reformist, oportünist solun böylesi bir devrim anlayışı yoktur. Emperyalizmi karşısına alacak ne ideolojik gücü ne de politik gücü ve iddiası yoktur. Emperyalizmsiz bir dünyayı hayal dahi edemiyorlar. Bedel ödemeyi göze alamazlar. Böyle bir cüretleri yoktur.
İktidardan, devrimden uzaklaşanlar kendilerini protesto ile, muhalefet ile sınırlarlar. Ki düzen sınırları içindeki bir protesto ve muhalefettir bu. Bunu da yapamazlar. AKP faşizmi işte, düzen sınırları içinde burjuva muhalefete bile izin vermiyor. Oligarşinin krizi o denli büyüktür ki düzeniçi aykırı bir sese bile tahammülü yoktur.
Sol, devrim ve iktidar demektir. Çünkü halkın kurtuluşu için tek çözüm devrimdir, halkın kendi iktidarıdır. Sol bu anlayışa sahip olduğunda gerçek kimliğini bulmuş, halktan destek almış, bir umuda dönüşmüştür. 1917-1980 dünya tablosu bunu kanıtlamaktadır. 1917 Sovyet Ekim Devrimi, 1949 Çin Devrimi, 2. Emperyalist paylaşım savaşı sonrası Doğu Avrupa ülkelerindeki; Bulgaristan, Arnavutluk, Yugoslavya, Çekoslavakya, Macaristan, Romanya, Polonya, Demokratik Almanya… halk cumhuriyetlerinin kurulmasıyla dünyanın 1/3’ü emperyalist kamptan kopmuş, emperyalist kampın karşısında bir sosyalist kamp doğmuştu. Bu gelişim sonraki yıllarda da hız kazanarak devam etti.
50’lerin sonunda Cezayir ve Küba devrimleri. 1945-1973 Vietnam Devrimi, 1979 İran İslam Devrimi, 1979 Nikaragua Devrimi… Afrika’da Gine-Bissau, Mozambik, Angola devrimleri…
Bu gelişim, bu ilerleyiş 1980’lerden sonra bir gerileyişe dönmüştür. Neden?
Çünkü, devrimin yolundan değil düzenin yolundan yürümek tercih edilmiştir. Çünkü, ML ideolojiden değil burjuvazinin ideolojisinden güç alınmıştır. Çünkü, emperyalizmin gücünün taktik olduğu görülmeyip stratejik güç olarak görülmüş emperyalizme boyun eğilmiş, emperyalizmin Yeni Dünya Düzeni içinde kendine yer aramaya çalışılmıştır. Çünkü, tarihin ve bilimin yasalarının devrimcilerden, halktan, ML’lerden yana olduğu gerçeği göz ardı edilmiştir. Çünkü, doğruyu bilmek yetmez, doğruyu hayata geçirme cüreti ve kararlılığı da gösterilmelidir. Bu cüreti ve kararlılığı göstermeyenler doğrularını da kaybederler.
İşte dünyadaki sol, ilerici, yurtsever hatta ML olduğu iddiasındaki hareketlerin geldiği durum. İşte ülkemizdeki Kürt milliyetçilerinin, reformist, oportünist solun geldiği nokta.
Devrim ve iktidar yok. Emperyalizm, faşizm, devlet gerçeği yok. Sosyalizm yok… Devrimci pratik gibi devrimci teorileri de tersyüz olmuştur. Sol bu değildir. Sol teoride ve pratikte tutarlılıktır, berraklıktır.
Sol Olmak, Devrimci Olmak Parti-Cepheli Olmaktır
Sol bir ideolojidir. Proletaryanın ideolojisidir. Bu ideolojinin gereği anti-emperyalist anti-oligarşik devrimi savunmak ve halkın iktidarını sosyalizme taşımaktır. Parti-Cephe devrim ve sosyalizm iddiasından vazgeçmedi.
Biz birilerinin dediği gibi “başka bir dünya mümkün” şeklindeki ne istediği belirsiz, neyi hedeflediği belirsiz (oysa gerçekte sosyalizmi hedeflemeyen her şey düzene hizmet eder) bir hayal peşinde değiliz.
Birilerinin yaptığı gibi emperyalist-kapitalist düzenin sivri, vahşi yanlarını törpüleyip, emperyalist-kapitalist düzenle bir arada barış içinde yaşamayı savunmuyoruz.
Biz devrim ve sosyalizm diyoruz. Proletarya diktatörlüğü diyoruz. Emperyalizmi yeryüzünden sileceğiz diyoruz.
Sol değerler toplamıdır. Bu değerler dünya halklarının ve devrimcilerinin kanları canları pahasına yarattığı değerlerdir. Sol bu değerleri korumak, sahip çıkmak ve bu değerlere yenilerini katmaktır.
Biz pragmatist (faydacı) olmadık. Dost gördüklerimize kullanma mantığı içinde yaklaşmadık. Düşmanlarımızın aralarındaki çelişkileri temel alarak birinden birine yaslanma ihtiyacı duymadık. Pragmatizm, kullanma vb. solun değil burjuvazinin ideolojisidir, onun değerleridir.
Biz sol olmayı özü sözü bir olmak olarak gördük. Yaptığımızı savunduk. Savunduğumuzu yaptık.
Biz fedakar olmayı, hesapsız olmayı, dostluğu, devrimci dayanışmayı önderlerimizden; Mahirlerden, Denizlerden, İbolardan, Dayılardan öğrendik. “Akıllı soluculuğu”, “kaymak tabakayı koruma”yı, “farkımızı koyduk iyi oldu”yu, “cepte keklik mi sandınız”ı, “biz aynı mahalleden değiliz” anlayışını sol’a, sol’un saflarına biz taşımadık.
Bu anlayışı, bu kültürü, bu değerleri düşmanın değerleri, ideolojisi ve kültürü olarak gördük. 7 yıl süren büyük direnişimizde bu düşman ideolojisi ve değerlerine karşı da savaştık. 122 kez bunun için öldük. Biz değerlerimiz için öldük. Biz öldük, değerlerimizi yaşattık, büyüttük.
O gün teslim olanlar, “farklarını koydukları” için övünenler bugün NATO’yu savunuyorlar.
Savaşımız yeni değil, bu savaşımız Kurtuluşa Kadar Savaş şiarıyla başladı ve kurtuluşa kadar da devam edecek.
NATO EMPERYALİST DÜNYANIN JANDARMASI HALKLARIN KATİLİ, ASKERİ BİR ÖRGÜTTÜR
Amerika önderliğinde; 4 Nisan 1949’da Fransa, Hollanda, Danimarka, İngiltere, Norveç, Portekiz, Belçika, Kanada, İzlanda, Lüksemburg ve Kanada tarafından Washington Anlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla “Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü” yani kısa ve bildiğimiz ismiyle NATO kuruldu. NATO’nun kuruluş amacı “komünizm tehlikesi”ne karşı emperyalist-kapitalist dünyayı savunmak olarak açıklandı. Washington Antlaşması’na göre NATO ülkelerine yönelik herhangi bir saldırıya karşı üye ülkeler beraber hareket edecek ve beraber mücadele edeceklerdi.
Adına savunma denmesine karşın, hiçbir zaman bir savunma örgütü olmadı NATO. Özellikle saldırı amaçlı örgütlendi. Bir yanda sosyalist ülkelere, diğer yanda ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı örgütlendi. Emperyalist tekeller için yeni pazarlar yaratmak için kullanıldı. Emperyalistlerin kendi aralarındaki çelişkileri bu tür kendi örgütleri içinde çözmek için kuruldu. Karışıklık çıkarmak, karşı devrimi geliştirmek için komplolar ve provokas- yonlar düzenlemek, darbeler tezgahlamak NATO’nun görevleri arasındadır NATO yeni sömürge ülkelerde anti-komünist hareketleri, sivil faşist örgütlenmeleri ve kontrgerilla örgütlerini kurdu. Ülkemizde bunun adı Özel Harp Dairesi’dir.
NATO, 1999’da Kosova’nın açık işgaline kadar hiç bir açık işgalde ve savaşta doğrudan yer almadı. Yer almadı ama kuruluşundan itibaren hep halklara karşı sürdürülen savaşların, komploların, faşist darbelerin içinde oldu. NATO’nun 67 yıllık tarihi, ezilen halklara, sosyalist ülkelere ve ilerici iktidarlara karşı saldırı, komplo ve düşmanlığın tarihidir. NATO’nun 67 yıllık tarihi içinde onlarca ülke de komplo örgütlenmiş, ilerici iktidarlar yıkılmış, halklara karşı savaşlar yürütülmüştür.
Karşılarında sosyalist sistem olmamasına karşın, dünya halklarını düşman olarak görmeye devam etti NATO.
1999’daki NATO Zirvesi’nde, “istikrarsızlıklar, organize suçlar, kitle imha silahlarının yayılması ve terör” tehdidini ileri sürerek, halklara karşı savaş kararı aldılar. Zirve’de saldırı alanını genişleten NATO’nun, ABD’nin askeri örgütüne dönüştürülmesinin de koşulları hazırlandı. NATO bu tarihten sonra da suç- larını büyütmeye devam etti.
2001’de Amerikan ve İngiliz güçlerinin saldırısıyla başlayan Afganistan işgali 2003 yılında onsekiz ülkenin destek verdiği NATO öncülüğündeki bir işgale dönüştü. 2003’de Irak işgali de Amerikan ve İngiliz emperyalizminin öncülüğünde baş- layıp genişleyerek devam etti. 2011’de Libya’ya müdahale gündeme geldi. 2012’de emperyalistlerin kendileri doğrudan müdahale etmeksizin desteklediği işbirlikçileri üzerinden Suriye’de iç savaş başladı.
Emperyalistler askerisuç örgütü NATO aracılığıyla genelde tüm dünyada özelde ise Ortadoğu’da “baş tehdit IŞİD” diyerek varlığını meşrulaştırmaya çalışıyor. İşbirlikçiliğin Tariihi ve Türkiye’nin Nato’ya Girişi Dönemin DP (Demokrat Parti) iktidarı 1950 yılında gündeme gelen Kore savaşını Türkiye’nin NATO’ya girmesini bir fırsat olarak gördü. Dahası emperyalistler Kore’de işbirliğini, uşaklığını göster seni NATO’ya alalım dediler. Türkiye halklarından gizlenmiş bu alçakça işbirliği ve plan üzerinden Türkiye’nin NATO üyeliği gündeme geldi. Adnan Menderes’in DP’sinin Kore Savaşına 4500 kişilik bir birlik göndermesinin yani emperyalizm uşaklığının mükafatı olarak da Türkiye 1952 yılında NATO’ya alındı. Türkiye’nin NATO’ya alındığı 1952’den 4 ay gibi kısa bir süre sonra İzmir’de Müttefik Kara Kuvvetleri Karargahı kuruldu.
1954’te imzalanan bir anlaşma ile Türkiye’de NATO üslerinin açılmasına karar verildi. Anlaşmanın ardından, Anadolu’nun dört bir yanında hızla emperyalist karargahlar, üsler, tesisler boy gösterdi. 1966’da, ülkemizdeki üs sayısı 112’ye ulaştı. Türkiye topraklarının 35 milyon metrekarelik bölümü NATO ve ABD’nin denetimine girdi. Türk yetkililerin (bakanlar da dahil) bu üslere, Amerikan komutanlardan izin almaksızın girmesi yasaklandı.
1982’de imzalanan “Zincirleme Harekat Üsleri Anlaşması” ile de Amerika’ya 16 üssü daha kullanma izni verdi faşist generaller. Yine 2 üssün modernleştirilmesi, 3 yeni üs- sün yapılması kararı alındı.
ABD Savunma Bakanlığı’nın 2007 raporunda Türkiye’deki ABD askeri üsleri hakkında şu bilgiler veriliyordu:
– Ankara Yönetim Binası,
– Batman Hava Üssü,
– Çiğli Hava Üssü,
– İncirlik Hava Üssü,
– İzmir Hava İstasyonu,
– İzmir Depolama Ek Birimi,
– Muş Hava Üssü,
– Yumurtalık Petrol Depolama Ek Birimi.
Raporda 11 tane daha üs bulun- duğu belirtilmektedir. Ayrıca Konya’dan Balıkesir’e, Lüleburgaz’dan Rize’ye her yerde, sözü edilmeyen, onlarca gizli üs vardır. Amerikan emperyalizmi Türkiye’yle NATO dı- şında ikili anlaşmalar yaparak üsleri doğrudan kendisine bağladı. NATO’nun ülkemizdeki varlığı NATO’nun kuruluş amacının ve suç- larının da varlığıdır. 12 Mart, 12 Eylül faşist darbeleri, “6-7 Eylül olayları”, komplolar, provokasyonlar, 1977 1 Mayıs, ’79 Maraş Çorum, ’93 Sivas, ’95 Gazi kitle katliamlar;, kontrgerillanın örgütlendirilmesi, ülkemiz topraklarının
dünya halklarına, Ortadoğu halklarına karşı emperya- lizmin saldırı üssü haline getirilmesi…
Emperyalizm işbirlikçiliği devam ettikçe NATO’nun suçları ve işbirlikçi oligarşinin suçları da artarak devam edecektir.