“BİZ SADECE BİR ÖGRÜTTEN BAHSETMİYORUZ SAVAŞ ÖRGÜTÜNDEN BAHSEDİYORUZ…”
(DURSUN KARATAŞ)
SAVAŞ ÖRGÜTÜYÜZ, HALK İKTİDARI İÇİN SAVAŞIYORUZ
Parti-Cephe Geleneğimiz Kızıldere’de Doğdu 46 Yıl Süren Dişediş Bir Savaşla Büyüttük
“Halkın savaşının zaferini yakınlaştırmak, bu savaşı halklarımız için mümkün olan en az acıyla, en az kayıpla iktidar hedefine ulaştırmak devrimin önderliğinin bir sorumluluğudur. Ancak her şey buna tabi kılındığında savaş ve iktidar perspektifi bulanır. İttifaklar belirsizleşir. Egemen güçlerin çelişkileri doğrultusunda politikalar oluşturulursa, reformlar temel alınırsa savaş uzayıp gider ve bir türlü sonuç almak mümkün olmaz.” (Devrimci Sol, sayı: 8 Temmuz 96)
Bugün savaşan bir tek bizim kalmış olmamız tesadüf değildir. Silahlı mücadelenin tasfiyesini emperyalizm çoktan hazırlamıştır. İktidar iddiasına güvenenler, ideolojik olarak sağlam ve kararlı olanlar emperyalizmin teslim alma politikalarına karşı silahlarını yere indirmez, aksine düşmana doğrulturlar.
Savaş tarihimiz çok köklüdür. İktidar hedefli bir hareketin savaşçısı olmak yenilmezliğini, kararlılığını Kızıldere’den alır. Kızıldere’den bu yana 44 yıllık mücadele tarihi boyunca savaşmak ve savaştırmaktan asla vazgeçmeyişimiz egemenler için korku sebebidir. Bu korkunun sebebi Marksizm ve Leninizme dayanır. Ve düşmanın korkulu rüyası bu halkın savaşçılarıdır. İdeoloji ve taktikleriyle sürece ilişkin politikaları hayata geçiren ve geçirecek olan savaşçılar, savaşan bir örgütün birer neferi olarak hareket etmeli ve yaşamlarını savaşa göre şekillendirmelidirler.
Sürecimiz, savaşımızda niteliksel dönüşümü ifade eden önemli adımlar atttığımız ve atacağımız bir süreçtir. Düşmanı şehir merkezlerine hapsetmek, kırda ve şehirde silahlı ekipleri, milisleri çoğaltmak sürecimizin temel hedeflerindendir.
“Bugünün dünyasında yalnız başına kalmayı göze almadan güçlü olmak ve düşmana karşı savaşmak mümkün değildir. Yalnız başına, emperyalizme, oligarşiye ve onun uzantılarına karşı savaşmak hiçbir teknikle, silahla, güçle değiştirilemeyecek dünyanın en büyük gücüdür. Bu kendine güvendir. Bu, ideolojik sağlamlıktır.”
(Dursun Karataş)
Sürecimiz, savaşımızda niteliksel dönüşümü ifade eden önemli adımlar atttığımız ve atacağımız bir süreçtir. Düşmanı şehir merkezlerine hapsetmek, kırda ve şehirde silahlı ekipleri, milisleri çoğaltmak sürecimizin temel hedeflerindendir. Bu süreçte kitleleri bu silahımız ile örgütleyecek, savaştıracak ve iktidar yürüyüşümüzü hızlandıracağız. Kuşkusuz ki, savaşımızın temel gücü örgütümüzdür. Fakat burada Dayımızın sözünü hatırlamalıyız: “BİZ SADECE BİR ÖRGÜTTEN BAHSETMİYORUZ SAVAŞ ÖRGÜTÜNDEN BAHSEDİYORUZ…”
Peki nedir savaş örgütü?
Nedir Savaş?
Sözlükte savaş, “iki taraf teşkilat, ülke veya ülkeler topluluğu arasında meydana gelen silahlı vuruşma, cenk, muharebe, harb, döğüş, kavga, mücadele uğraş” şeklinde tanımlanıyor. Clausewitz’in savaş üzerine yaptığı tanım ise genel kabul görür ve kullanılır. Bu tanıma göre: “Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.”
Nedir bunun anlamı? Savaş, özü açısından politik hedefleri olan bir eylemdir.
Nedir Örgüt?
Sözlük tanımıyla örgüt; “Ortak bir amaç veya işi gerçekleştirmek için bir araya gelmiş kurumların veya kişilerin oluşturduğu birlik, teşekkül, teşkilât” tır. O halde savaş örgütü, politik amaçlarla bir araya gelmiş kişi ve kurumlardan oluşmuş bir birliktir.
Fakat, bu ifade savaş örgütünü tanımlamaya yetmez. Savaş örgütü, bir sınıfın politik hedeflerine savaş aracılığıyla ulaşmasını amaçlayan bir örgüttür. Günümüz dünyasında çıkarları uzlaşmaz çelişki içinde olan ve bunun sonucu olarak savaş halinde olan iki temel sınıf vardır. Bunlardan birisi burjuvazi, diğeri proletaryadır. Burjuvazi dünya genelinde iktidar gücünü elinde bulunduran ve dolayısıyla devasa bir savaş aygıtına sahip bir sınıf, karşılığında proletarya ise bu devasa büyüklükteki savaş aygıtı karşısında zafer kazanmasını garanti altına alan silahlarla donanmış bir örgüte sahiptir. Bu örgüt proletaryanın savaş örgütüdür.
O halde, savaş örgütü öncelikle proletaryanın ideolojisiyle donanmış bir örgüttür. Nedir proletaryanın ideolojisi; Marksizm-Leninizmdir… O halde savaş örgütü Marksist-Leninist bir örgüttür. Ve bu ideolojidir ki, burjuva ideolojisine karşı savaşma gücüne sahiptir. Bu ideoloji, burjuva ideolojisinin örgütlenmiş hali olan, emperyalist ve oligarşik devlet aygıtlarına karşı proletaryanın zaferini garanti altına alma gücüne sahiptir.
Nedir bu gücün özellikleri?
Savaş örgütü, dünyayı ve ülkeyi tahlil etmiş, kendini bugünün dünyası ve ülkemiz gerçekleri çerçevesinde savaşa göre örgütlemiştir.
Sözlükte ideoloji şöyle tanımlanmıştır: Siyasi ve toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun (biz buna bir sınıfın diyebiliriz) davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral, estetik düşünceler bütünü…
O halde proletaryanın ideolojisi bilimseldir. Nedir bunun anlamı? Şudur; proletaryanın partisi, yani savaş örgütü, gücünü bilimsel bir ideoloji ile dünyayı ve bulunduğu ülkeyi tahlil etmiş, kendini bugünün dünyasının gerçekleri çerçevesinde savaşa göre örgütlemiş olmaktan alır. Bu olmadan, bugünün dünyasında emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşmak, bu savaşı zafere kadar sürdürebilmek olanaklı değildir. Ülkemizde ve dünyadaki pek çok örgütün, emperyalizmle uzlaşmalarının, giderek emperyalizmin denetimine girmelerinin ve dahası emperyalizmin silahlı-silahsız gücü haline gelmelerinin temel nedeni budur. Adında Marksizm-Leninizm kelimeleri olduğu halde, günümüz koşullarında emperyalizmin kimi alanlarda kara gücüne dönüşmüş olanların problemi, Marksist-Leninist ideoloji ışığında dünyamız ve ülkemiz gerçeklerini tahlil etmek yerine, Marksizm-Leninizmi örgütlerinin isminde taşımayı yeterli gören bir reklam aracı sanmalarıdır.
Nedir ülkemiz ve dünyanın gerçeğini tahlil etmek?
Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? sorusunu doğru cevaplandırmaktır. Cevap; emperyalizmin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz, olmalıdır.
Nedir bunun anlamı?
İki büyük paylaşım savaşında, onmilyonlarca insanın ölümüne, onmilyonlarca insanın yaralanmasına ve sakat kalmasına neden olan bir sistemde yaşıyoruz demektir. Savaş alanına çevirdikleri dünyada, halkların o güne kadar ürettiği ne varsa yok eden, devasa şehirleri hatta ülkeleri yerle bir eden, devasa ekonomik zararlara neden olan bir sistemin egemenliği altında yaşıyoruz demektir. Neden savaş çıkarır emperyalist güçler? Çünkü, ekonomik sistemleri kriz üretir. Ekonomik, siyasi, sosyal kriz üretirler. Bu krizler ölümcüldür. Ölümcül krizlerden kurtulmak için devasa bir savaş makinesine dönüşür, onmilyonların canını almakta bir an olsun tereddüt etmeden harekete geçer.
Nedir bunun anlamı? İşgal ettikleri ülkelerde, faşist yönetimler kurdukları ve faşist cuntalar örgütledikleri ülkelerde, yüzbinleri, milyonları gözlerini kırpmadan katleden emperyalist tekellerin hakimiyetindeki bir dünyada yaşıyoruz demektir.
Nedir bunun anlamı? Ülkeleri işgal edip, halkları din ve milliyetler çerçevesinde bölüp birbirine düşmanlaştıran ve birbiriyle savaştıran, bu savaşlarda yüzbinleri, milyonları katleden emperyalist tekellerin ve işbirlikçisi oligarşilerin hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz demektir.
Nedir bunun anlamı? Her yıl milyonlarca çocuğun daha 5 yaşına basmadan açlıktan öldüğünü, emperyalist sistemin kendi kurumları dahi itiraf etmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bunun anlamı, sırf daha fazla kar elde edebilmek için onmilyonları açlıktan öldüren bir sistemde yaşıyoruz demektir.
Nedir bunun anlamı? Ülkeleri işbirlikçi oligarşik güçler aracılığıyla sömürgeleştirmiş, ikinci paylaşım savaşında çıkardığı derslerle yeni sömürgecilik ilişkilerini geliştirmiş ve artık topraklarımızda sistemin iliklerine kadar işlemiş, içsel bir olgu haline gelmiş emperyalizmin egemen olduğu bir dünyada ve ülkede yaşıyoruz demektir.
Nedir bunların anlamı? Emperyalizmin, gerek ülkemizde ve gerekse de dünyada tüm sorunların temel kaynağı olduğu bir dünyada yaşıyoruz demektir. Nedir bunun anlamı? Emperyalizme karşı savaşmadan ve emperyalizme karşı zafer kazanmadan, onun işbirlikçisi oligarşik güçlere karşı savaşmadan ve bu oligarşik güçlere karşı zafer kazanmadan hiçbir sorunu çözmek mümkün değildir, demektir.
Elbette bir savaş örgütü sadece dünya genelinde temel ve baş çelişkileri tespit etmekle yetinemez. Bu çelişkinin bulunduğu ve savaşı pratik olarak yürüttüğü ülkesindeki, vatanındaki baş çelişkiyi de tespit etmek durumundadır. Parti-Cephe çizgisinin ayırt edici özelliği burada yatar. Parti-Cephe ve önderimiz Mahir Çayan, Marksizm-Leninizm bilimi ışığında dünyayı çözümlemekle kalmamış, ülkemiz koşullarını da bilimsel olarak çözümlemiş, strateji ve taktiklerini bu çözümleme ışığında belirlemiştir, ki ülkemiz emperyalizmin yeni sömürgesi bir ülkedir. O halde; ülkemiz emperyalizmin yeni sömürgesi bir ülke, devrimimiz Demokratik Halk Devrimi, devrim stratejimiz Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi’dir. Bu mücadelede silahlı mücadele temel mücadele biçimimiz olacak, diğer tüm mücadele biçimleri silahlı mücadelenin örgütlenmesine ve başarısına hizmet edecek şekilde örgütlenecektir.
“Silahlı mücadele temeldir” tespitinin yapıldığı, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi çizgisinin esas alındığı bizim gibi ülkelerde, silahlı mücadele olgusu baştan beri süreci belirler. Silahlı mücadele, partinin ideolojik, örgütsel ve kültürel yapısının harcı olup, her şeyiyle savaşa göre biçimlenmiştir. BİÇİMLENMELİDİR. Silahlı mücadeleyi büyütmek, savaş örgütünün tüm çalışma alanlarının temel hedefidir.
Mücadele biçimlerinin tespitinde, temel ve tali ilişkisi, mücadele biçimlerine verilmesi gereken önemin azlığı ya da çokluğuyla ilgili değildir. Devrim mücadelesinde gelişen koşullara göre, taktikler de bu gelişmelere bağlı olarak değişiklikler gösterebilir. İşte bu yüzden, “Burada önemli olan, silahlı mücadele dışındaki ekonomik, demokratik, ideolojik, kültürel tüm mücadele biçimlerinin silahlı mücadeleyi güçlendirecek, büyütecek doğrultuda ele alınıp alınmamasıdır.” Bunun için de, öncelikle her koşulda savaşabilecek bir örgüt olmak gerekir. Nihayetinde en özlü ifadesiyle savaş örgütü savaşı yürütecek olan güçtür. Savaş örgütü, devrim pratiğinin asli öğesidir.
O halde, bir örgüt, herhangi bir örgüt değil de halkları kurtuluşa götürecek gerçek bir savaş örgütü olacaksa, emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşabilecek ve zafer kazanabilecek ideolojik, politik, kültürel, ahlaki, moral, estetik, hukuksal ve örgütsel… donanıma sahip olmak zorundadır. Yani; Parti-Cephe’mizin savaş örgütü olma gerçekliği öncelikle dünyayı ve ülkemiz koşullarını bilimsel temelde doğru tahlil etmesinde, bunu sağlayan bir ideolojik netliğe sahip olmasında yatar.
Savaş Örgütü Olmak İdeolojik Netliğe Sahip Olmaktır
Savaşımız her şeyden önce iki sınıfın, iki ideolojinin savaşıdır. Dolayısıyla, kendini bu savaşın bir tarafı olarak tanımlayan savaş örgütü, temsil ettiği sınıfın ideolojisinin tavizsiz savunucusu, yaşama ve savaşa uygulayıcısıdır. Bu ideoloji, proletarya ideolojisidir. İdeoloji, bu savaşın belirleyici kurmayıdır. Bu ideolojinin kurmaylığı savaşımızın zaferinin garantisidir. Proletarya ideolojisinin, yani Marksist-Leninist ideolojinin belirsizleştirildiği, ideolojik temellerinin tahrif edildiği, inkar edildiği bir durumda değil savaş örgütü olmak ve savaşı zafere taşımak, emperyalizme karşı savaşı tanımlayabilmek bile mümkün değildir. O halde bir savaş örgütü, koşullar ne olursa olsun, ne kadar zor olursa olsun, tümden imhası pahasına bile olsa, ideolojisini savunur, uzlaşmaz, taviz vermez.
İdeolojisinden taviz vererek, “örgütü korumayı esas aldığını” sananlar ya da iddia edenler, teslimiyetçiliğine, uzlaşmacılığına “örgütü koruma” kılıfı giydirmeye çalışanlar, tersine örgütün imhasına imza atmış olurlar. Eğer bu emperyalist sisteme bilinçli bir yerleşme ve bilinçli bir işbirlikçilik değilse, savaşta ideolojinin kurmaylığını, belirleyici yerini kavramamış olmak demektir. Bu, sözkonusu örgütün ya da örgüt kadrolarının, kendilerini savaşın tarafı olan proletarya sınıfına, halk saflarına ait hissetmemeleri, en azından sınıf bilincini almamış oldukları anlamına gelir.
Sınıflar savaşı uzlaşmaz çelişkilerin sonucudur. Savaş örgütü iki sınıfın uzlaşmaz çelişkilerinin somutlandığı yerlerden biridir. Yani, savaş örgütü kendi varlığında düşman iki sınıfın uzlaşmazlığını taşır. Savaş örgütünde ideolojik netlik olmadan savaş olmaz. Savaşın amacı olmaz, ayağını bastığı zemin olmaz, güç aldığı kökleri olmaz. Savaşmak için gerekçesi olmaz, savaşmaya gücü olmaz. Özellikle sosyalist ülkelerin yıkılması sonrası yaşanan tablo bu çarpıcı gerçeği ortaya koymuştur. Arka arkaya pek çok devrimci örgüt, emperyalist sistemle uzlaşma arayışına girmiş, o güne kadar yaptıkları tahlilleri, tespitleri birer birer değiştirmiş, ideolojik alanda, siyasal alanda, pratikte savaş meydanını terketmişlerdir. Kavramları yeniden tanımlamaya başlamış, emperyalizmin diliyle konuşur olmuşlardır. Bunun sonucu olarak, savaşın anlamı kalmamış, düşman güç olan emperyalizmle aynı zeminlerde ortak hareket edilebilir olmuştur. Peki böyle oldu diye, sınıflar mücadelesi son mu bulmuş oldu? Tersine, emperyalist sistemin krizine bağlı olarak dünya halkları ile emperyalist sistem arasındaki çelişkiler daha fazla derinleşmiştir. Olan, bu örgütlerin savaş alanında saf değiştirmiş olması, halk güçlerini temsil eden konumlarının giderek değişime uğramasıdır. Halktan, halk saflarında yer alan sınıflardan kopmalarıdır.
Bu nedenledir ki, emperyalizm özellikle ideolojilere saldırmış, öncelikle beyinleri teslim alarak ideolojik zeminde zafer kazanmaya çalışmıştır. Emperyalistlerin 80’li yılların sonlarında gündeme getirdikleri Yeni Dünya Düzeni, emperyalizmin ideolojik saldırısının en etkili olduğu dönem denilebilir. Bu dönemde emperyalizm, sömürü sisteminde vitrin değişikliği yapıyordu. Bu değişikliğin özünde, dünya halkları nezdinde teşhir olan yüzlerini gizleme çabası vardı. Aynı vahşet, sömürü ve katliamlar, artık “barış” ve “demokrasi” havariliğiyle yapılacaktı. Bu politika, revizyonist iktidarların yıkılarak, sosyalist sistemin dağıldığı ‘90’lı yıllarda daha hızlı bir şekilde uygulamaya konuldu. Hedef, dünyada kendi egemenliklerini kurmaktı. Yeni Dünya Düzeni saldırısının temelini ideolojik saldırı oluşturuyordu. Kısa sürede, revizyonist ve oportünist örgütler de dahil, solun dilinde de emperyalizmin literatürüyle düşünmek, konuşmak alışkanlık halini alıyor, solun dilinde emperyalizmin “globalleşme”, “küreselleşme” gibi kavramları yer ediyordu.
Tarih bir kez daha, Marksist-Leninistlerin önüne proletaryanın ideolojisini savunma görevi koyuyordu. Dayı’nın önderliğinde Parti-Cephemiz bu tarihsel sorumluluğu yerine getirme görevini üstleniyor ve yeri geldiğinde tüm dünyayı karşısına alacak bir irade ve kararlılıkla Marksizm-Leninizmi savunuyordu. Süreç, ideolojimizi kıskançlıkla korumak, üzerine en küçük bir lekenin sürülmesine izin vermemekti. Bunun için devrimci hareketimizin kadroları son anlarında duvarlara ideolojimizi kanlarıyla yazıyor ve şehit düşüyorlar. Bunun için devrimci hareketimizin kadroları, ideolojimize yönelik saldırıların karşısına bedenlerinden barikatlar örüyor, “kimse için ölmeye değmez” cümlesinde ifadesini bulan burjuva ideolojisinin saldırısına karşı bedenlerini ölüme yatırarak, halkımız ve vatanımız için ölüme gitmenin, dünya halkları için ölüme gitmenin manifestolarını yazıyorlardı.
Küçük burjuva aydınları, oportünizm ve reformizm soruyordu: Bu ölümler ne için?
Tek kelimeyle, Savaş Örgütü olduğumuz için, Savaş Örgütü olarak kalmaya devam etmek için. Bir Savaş Örgütü olmanın temel koşulu, ideolojik sağlamlık olduğu için.
Ve bu hareketin kadroları, ideolojik sağlamlığı önderleri Dursun Karataş’ın kişiliğinde, düşüncelerinde, mücadelesinde görüyor, örnek alıyordu. Emperyalizm ve oligarşi devrimci ideolojimizin yerine darbecilik kılığında burjuva ideolojisini yerleştirmeye çalıştıklarında, Dayı; “Gerekirse bu hareketi atomlarına kadar böler, moleküllerinden yeni bir hareket yaratırım” diyor, burjuva ideolojisine devrimci hareketimiz saflarında geçit vermiyordu.
Bugün, “Sürecimiz, savaşımızda niteliksel dönüşümü ifade eden önemli adımlar attığımız ve atacağımız bir süreçtir” diyebiliyorsak, Marksist-Leninist ideolojimizi her koşulda ve her türlü bedel karşılığında savunma kararlılığımızın sonucudur.
Marksist-Leninist ideolojiyi koruma görevi Parti-Cephemizin omuzlarındaydı. Tüm revizyonist, reformist, oportünist, küçük burjuva milliyetçisi örgütlerin emperyalizme biat etmek ve kendini kabul ettirebilmek için kuyruğa girdiği koşullarda, bu süreci yalnız başına kalmayı göze alarak, tek başımıza kaldığımızda da bedellere göğüs gererek omuzlamak durumundaydık.
Önderimiz sürecimizin özelliğini tanımlıyordu “Bugünün dünyasında yalnız başına kalmayı göze almadan güçlü olmak ve düşmana karşı savaşmak mümkün değildir. Yalnız başına, emperyalizme, oligarşiye ve onun uzantılarına karşı savaşmak hiçbir teknikle, silahla, güçle değiştirilemeyecek dünyanın en büyük gücüdür. Bu kendine güvendir. Bu, ideolojik sağlamlıktır.” (Dursun Karataş)
Nedir ideolojik sağlamlık?
İdeolojik sağlamlık tarih bilincidir.
İdeolojik sağlamlık iktidar bilincidir.
İdeolojik sağlamlık devrimci kişiliktir.
İdeolojik sağlamlık halka bağlılıktır.
İdeolojik sağlamlık davaya bağlılıktır.
İdeolojik sağlamlık değerlere bağlılıktır.
Marksizm-Leninizm bayrağını ellerimizde onurla taşırken; bir elimizde de tarih bilincini, iktidar bilincini, devrimci kişiliği, halka bağlılığı, davaya bağlılığı, değerlere bağlılığı yenilmez silahlarımız olarak düşmanlarımıza ve ideolojimize saldıran tüm güçlere çevirdik. Yürüyüşümüzü bugünkü süreçte savaşı daha da büyütme iddiası ile sürdürürken, bu silahlarımız yine ellerimizde; dilimizde ise stratejik hedefimizi anlatan Tek Yol Devrim sloganımız var.
Savaş Örgütü, Stratejik Hedefinden Hiçbir Zaman Kopmaz
Savaş örgütünün kadrosu, politikası, eylemi, örgütlenme tarzı, çalışma tarzı… tüm hepsi stratejik hedefe kilitlenmiştir.
Nedir strateji?
Sözlük tanımıyla: “1 . Önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol.
2 . Bir ulusun veya uluslar topluluğunun, barış ve savaşta benimsenen politikalara en fazla desteği vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik ve askerî güçleri bir arada kullanma bilimi ve sanatı.”
Stratejik hedefimiz, anti-emperyalist, anti-oligarşik Demokratik Halk Devrimi’dir. Devrim stratejimiz Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi’dir. Bu hedefe hizmet etmeyen bir mücadele biçimi, bu hedefe göre şekillenmemiş bir kadro anlayışı, bu hedefe hizmet etmeyen politika, örgütlenme tarzı, çalışma tarzı devrimci değildir. Savaş örgütüne ait değildir.
Savaş örgütünün politikaları savaşın hedeflerini esas almak durumundadır. Bir savaş örgütü, günübirlik, kendi subjektif durumu ve subjektif niyetlerine bağlı olarak politika belirleyemez. Politikaları, taktikleri devrim stratejisine göre biçimlenecek, devrim stratejisini güçlendiren, devrim hedefine yürümeye hizmet eden şekilde olacaktır. Bir savaş örgütü politika belirlerken, devrimi büyütmeyi esas alır. Devrimi büyütmek, ideolojik gücü, savaş kültürünü, halk ve vatan sevgisini, umudu, güveni, inancı büyütmektir. Devrimi büyütmek, savaş örgütünü güçlendirmek, halkı örgütlemek ve savaşı büyütmektir. Savaş örgütünün politikalarını belirleyen budur. Savaş örgütü hak ve özgürlükler mücadelesini örgütlerken, demokratik mücadeleyi örgütlerken, demokratik mevziler için dişediş mücadele verirken, politikasını belirleyen, devrim için savaşı büyütmektir. Savaş örgütü, silahlı savaşı büyütürken, illegal alanda örgütlenmelerini büyütürken hedefi devrim için savaşı büyütmektir. Savaş örgütü, emperyalizmin, oligarşinin saldırıları karşısında en ağır bedelleri ödeme pahasına direniş kararları alırken, hedefi devrim için savaşı büyütmektir. Savaş örgütünün kültürü nedir? Savaş kültürüdür. Kuşatmalarda teslim olmayan kültür, savaş kültürümüzün parçasıdır. Uzlaşmayı, teslimiyeti, ihaneti reddeden kültür, savaşımızın ihtiyacına göre ve savaş içinde şekillenmiş bir kültürdür.
Savaş örgütünün örgütlenme anlayışı nedir? Halk savaşını örgütleyecek ve savaşı büyütecek örgütlenmelerin yaratılmasıdır. Halk komiteleri, halk meclisleri, halk milisleri, halk cephesi… hepsi devrim için savaşın büyütülmesi ihtiyacına göre şekillenmiştir.
Savaş örgütünün kadrosu da, savaşımızın ihtiyaçlarına göre şekillenmiştir. Savaş kültürüne sahiptir. Düşmanla uzlaşmaz bir kültüre, ideolojik netliğe sahiptir. Tüm yaşamını devrimin ve savaşın ihtiyaçlarına göre şekillendiren bir yaşam kültürüne sahiptir. Savaşan bir örgütün kadrosu, çalışma tarzında da savaş örgütü ciddiyetini taşır. Disiplinli, ilkeli, kurallı çalışmak durumundadır. Kuşatmalarda teslim olmaz savaş örgütünün kadroları, savaşçıları. Savaşın kültürünü yaratan, taşıyan, büyütenlerdir.
Savaş örgütünün kadrosu, halkı savaşa göre örgütleyecek, halkı düşman karşısında birleştirecektir. Halka bakışı, halkla ilişkileri buna göredir. Mütevazıdır, örgütçüdür, savaşın ihtiyaçlarını, devrimin stratejik hedeflerini esas alarak kendini şekillendiren, eğiten, donatandır.
Ve nihayetinde savaş örgütü, stratejik hedefinden kopmayan örgüttür. Bu nedenle elinde çok büyük silahlar olsa da, tonlarca bombalar kullansa da bir örgüt, stratejik hedefini günübirlik nedenlerle değiştiriyorsa; hedeflerini, politikalarını emperyalizm ve oligarşi ile uzlaşmaya, emperyalizmin ve oligarşinin icazetine göre belirliyorsa; emperyalizm ve oligarşilerin icazetine sığınabilmek için dün doğru dediğine bugün yanlış diyorsa, hedeflerini terkedebiliyorsa, güce tapan küçük burjuva anlayışların iddia ettiklerinin tersine o örgüt, savaş örgütü değildir.
Savaş örgütü, bugün yalnız kalma pahasına, geçici olarak güç kaybetme pahasına stratejik hedefinden ayrılmadan devrim yürüyüşünü sürdüren örgüttür. Savaş örgütü bilir ki, esas olan bugünün geçici başarıları veya başarısızlıkları değildir, esas olan proletarya ideolojisinin tarihsel haklılıktan gelen gücüne dayanmak, bu güce sahip olarak, bu gücü büyüterek geleceğe yürümektir. Emperyalizmin egemen olduğu bir dünyada, halk kurtuluş savaşlarına önderlik etmenin birinci ve vazgeçilmez koşulu budur.
Sonuç olarak;
1- Sürecimiz, savaşımızda niteliksel dönüşümü ifade eden önemli adımlar attığımız ve atacağımız bir süreçtir. Düşmanı şehir merkezlerine hapsetmek, kırda ve şehirde silahlı ekipleri, milisleri çoğaltmak sürecimizin temel hedeflerindendir.
2- Savaş örgütü, dünyayı ve ülkeyi tahlil etmiş, kendini bugünün dünyası ve ülkemiz gerçekleri çerçevesinde savaşa göre örgütlemiş olan örgüttür.
3- Savaş örgütü proletaryanın ideolojisiyle donanmış bir örgüttür. Bu ideoloji, burjuva ideolojisinin örgütlenmiş hali olan, emperyalist ve oligarşik devlet aygıtlarına karşı proletaryanın zaferini garanti altına alma gücüne sahiptir.
4- Silahlı mücadeleyi büyütmek, savaş örgütünün tüm çalışma alanlarının temel hedefidir.
5- Bir örgüt, herhangi bir örgüt değil de, halkları kurtuluşa götürecek gerçek bir savaş örgütü olacaksa, emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşabilecek ve zafer kazanabilecek ideolojik, politik, kültürel, ahlaki, moral, estetik, hukuksal, örgütsel… donanıma sahip olmak zorundadır.
6- Emperyalizm özellikle ideolojilere saldırmış, öncelikle beyinleri teslim alarak ideolojik zeminde zafer kazanmaya çalışmıştır.
7- Savaş Örgütü, Stratejik Hedefinden Hiçbir Zaman Kopmaz. Savaş örgütünün kadrosu, politikası, eylemi, örgütlenme tarzı, çalışma tarzı… tüm hepsi stratejik hedefe kilitlenmiştir.
Sürecek…