12 Eylül Ülkemizde OHAL ve Sıkıyönetim Süreçlerinin
En Kapsamlı Uygulandığı Dönemdir
12 Eylül 1980 darbesine kadar kısaca özetlediğimiz sıkıyönetimler süreci ülkemiz açısından katliamların, sivil faşist terörün, kontrgerilla operasyonlarının uygulandığı dönemlerdir.
12 Mart 1971’de verilen muhtırayla generaller yönetime el koydu. Parlemento kapatılmayarak halka “bol” gelen anayasa değiştirildi. 12 Mart generalleri 61 Anayasası’nı “kuşa” çevirme işini düzen partilerine yaptırmıştır. Anayasa’da değişiklik AP, CHP, DP, MGP milletvekillerinin toplu imzasıyla gerçekleşmiştir. Hemen sonrasında Dev-Genç, ÜOB, TÖS, DDKO ve birçok dernek kapatıldı.
Kızıldere’de Mahir Çayan’ların katliamından Deniz Gezmiş’lerin asılmasına, İbrahim Kaypakkaya’ların işkencede katledilmesine, onbinlerce insanın tutuklanıp işkenceli sorgulardan geçirilmesine kadar birçok katliam ve yargısız infazlara tanık olundu.
Cunta kararları ile kontrgerilla, ülkemizde “Koordinasyon Komitesi” adı altında kurumsallaştırıldı.
Devlet desteğiyle sivil faşist hareket halka ve devrimcilere saldırıp, ülkenin her tarafında fabrikaları, okulları, mahalleleri, köyleri işgal altına alıp binlerce insanımızı katletti. Gençliğinden işçisine, memurundan köylüsüne, gecekondulusundan aydınına kadar devrimci, demokrat, ilerici herkes sivil faşist hareketin hedefi durumuna getirildi.
1 Mayıs 1977’de kitlenin üzerine silahlar sıkılarak 37 insanımız katledildi. 1978 Aralık ayında gerçekleşen Maraş katliamı ülkemizde halka yönelik katliamlar zincirinin en kanlı halkalarında biri oldu. 111 ölü, yanmış, yıkılmış 210 ev, 70 işyeri. Maraş’ı terk etmek zorunda kalan binlerce ilerici, demokrat, Alevi… Katliamın bilançosu kesin olmamakla birlikte buydu.
12 Eylül 1980 darbesine kadar olan süreçte kontrgerilla ve sivil faşistlerin işbirliği ile bastırılamayan devrimci mücadele, darbe yoluyla ülkenin tamamında uygulamaya sokulacak sıkıyönetimle “bitirilecekti.”
12 Eylül dönemi, Cumhuriyet tarihinde sıkıyönetimin en kapsamlı ve en yetkili bir biçimde uygulandığı dönemdir. 13 sıkıyönetim bölgesine ayrılan ülkemiz 13 general tarafından yönetilmeye başlandı.
12 Eylül darbesinden bir hafta sonra, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu değiştirilerek, sıkıyönetim komutanlarına “kamu kuruluşlarında ve belediyelerde, KİT’lerde çalışan işçi ve devlet memurlarının iş akdini feshetme, grev ve lokavtları yasaklama, tüm sendikal faaliyetleri askıya alma, izne bağlama, kamu özgürlüklerini askıya alma yetkisi” verildi.
Cadde ortalarındaki infazlar, doksan güne çıkarılan gözaltı sürelerindeki işkenceler, darağaçları, hapishanelerdeki zulüm, yüzbinlerce insanın gözaltına alınması, tüm demokratik kurumların kapatılıp her türlü hak arama eyleminin yasaklanmasıyla, Türkiye büyük bir hapishaneye çevrildi.
RAKAMLARLA 12 EYLÜL BİLANÇOSU
650 bin kişi gözaltına alındı,
1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
210 bin dava açılarak, 230 bin kişi yargılandı,
7 bin kişi idam cezasına çarptırıldı,
517 kişinin idam cezası kesinleşti,
50 kişi idam edildi,
71 bin kişi 141., 142. ve 163. Maddelerden yargılandı,
98.404 kişi örgüt üyeliğinden yargılandı,
388 bin kişiye pasaport yasağı konuldu,
30 bin kişi işten atıldı,
14 bin kişi vatandaşlıktan atıldı,
30 bin kişi siyasi mülteci olarak başka ülkelerde iltica etti,
300 kişi yargısız infazlarda katledildi,
171 kişi işkencede katledildi,
937 film yasaklandı,
23 bin 677 dernek kapatıldı,
3854 profesör, 120 üniversite yöneticisi ve 47 hakim işten atıldı,
31 gazeteci mahkum edildi,
300 gazeteci saldırıya uğradı,
3 gazeteci vurularak katledildi,
Gazetelere yönelik toplamda 300 günlük yasak konuldu,
13 günlük gazeteye 303 dava açıldı,
39 ton yayın imha edildi,
Hapishanelerde 299 tutsak katledildi,
144 kişi gözaltında kaybedildi,
14 kişi Ölüm Orucu ve Açlık Grevlerinde öldü,
Çatışmalarda 95 kişi katledildi,
73 tutsak “doğal” şekilde öldüğü rapor edildi,
Gözaltında ve tutuklu olan 43 kişi için “intihar” ettiği raporu verildi.
Generaller 1982 Anayasası ve YÖK, YHK yasaları ile yerlerini “sivil” hükümete devrettiklerinde halk cunta yasaları ile yönetilmeye devam edecekti. Sıkıyönetimlerin yerini OHAL uygulamaları alacaktı. Görünüşte bir parlamento olsa da, faşist rejimin bir istikrar sağlayabilmesi mümkün değildir. Çünkü hem bir yandan emperyalist tekellerin kar hırsını karşılayacak, bir yandan da işbirlikçi tekellerin palazlanmasını sağlayacak, hem de milletvekilleri ile ordu ve polisteki şeflerin, itiyle MİT’iyle “bal tutan parmağını yalar” misali hırsızlıklarını karşılayabilmek için, halkın kemerlerini sürekli sıkar, demir yumruklarını da tepesinden eksik etmemeye çalışırlar. Çünkü bunun başka bir çözümü yoktur. OHAL’ler de bu rejimin demir yumruğunu temsil eder.
OHAL’lerde göstermelik yasal ve anayasal haklar da ortadan kaldırılır. Bunun için OHAL’ler Kanun Hükmünde Kararname (KHK) adı altında, keyfiyet yasalarına ihtiyaç duyar. OHAL’ler parlamentoyu, KHK’lar da yasa ve anayasaları ortadan kaldırır. Görünüş parlamentolu bir yönetimdir ama özde yine en azgın haliyle faşizm hakimdir.