30 Nisan 1992 günü, Adana’da Kurtuluş Mahallesi yüzlerce işkenceci tarafından sarıldı. Operasyonu kontra şefi Mete Altan bizzat yönetiyordu. Saat 17.30’a geldiğinde polisler evin etrafını kuşatmış, komandolar evlerin damlarına yerleştirilmişti.
Evin içinde Devrimci Sol Silahlı Devrimci Birlikler savaşçısı üç kişi vardı. Sıddık Özçelik, Güven Keskin ve Esma Polat. Ellerinde silah yoktu. Ama ne pahasına olursa olsun düşmana teslim olmayacak, direneceklerdi.
Katil şefinin “teslim olun” çağrısına sloganlarla ve marşlarla karşılık verdiler. Evin kuşatılmasından yarım saat sonra damlardaki nişancılar ve evin önündekiler ateşe başladı.
Kuşatılan üstekilerin elinde her şey silahtı o anda. Bir tüpü yakıp fırlattılar katillerin üzerine. Bir anda ateşi kesip kaçıştı katiller.
Evin içine bomba attılar. Marşlar ve sloganlar kesilmişti. Geleneğe bir halka daha eklendi. Dökülen kanlarıyla vurmuşlardı düşmanı. Cansız bedenlerinin yanında duvara kanlarıyla yazmışlardı inançlarını. Duvara kanla yazılan Devrimci Sol imzası beyninden vurmuştu katilleri.
Kuşatıldıkları üslerde inançları için ölümü göze alan devrimcilerin kanla attıkları imza ürkütmüştü onları. Yüzlerce düşman kuvvetine, güçlü silahlara rağmen inançları için ölümü göze almış insanlardan daha öldürücü ve daha güçlü bir silah yoktu çünkü…
Kanla yazılan tarihi silmeleri mümkün değildi artık.
(…)
“Evin içinde üç kişi var: Sıddık Özçelik, Güven Keskin, Esma Polat. Dillerinde devrim sloganları var. Her biri kollarıyla, yumruklarıyla, parmaklarıyla daha başlamadan kazandıkları bir çatışmanın zaferini duyuruyorlar Türkiye halklarına. Bilinçleri, yürekleri kazanmaya yoğunlaşmış. Orada kazanmanın, düşmanı rezil etme nin tek bir yolu var: Teslim olmamak!.. Ve onlar bu işin ustası olmuşlar. Saatlerce süren bir çatışma ve cesa retle korkunun, güzellikle çirkinin, onurla onursuzluğun, ahlakla ahlaksızlığın çatış masından yine cesur olanlar, onurlu olanlar galip çıkıyor. Kazananlar yine devrim ciler. Hiçbir katil bir devrimciyle göğüs göğüse, yüz yüze çarpışamaz. Hiçbir katil nefes alabilen bir devrimcinin savunduğu bir mevziye girmeye cesaret edemez. Nefes alan bir devrimci faşizm için tehlikedir, pimi çekilmiş bir bombadır. Bunu çok iyi biliyorlar. Bu yüzden yaklaşamıyorlar eve, bekliyorlar. Son nefeslerini vermesini bekliyorlar devrimcilerin. Gelenek yine gerçekleşiyor. Bayrak yine karşılarında. Bu kez kanla yazılıyor. Sıddık, Güven ve Esma; Türkiye halklarının bu başeğmez yiğitleri son nefeslerinde dahi faşizme büyük bir darbe vura bilecek gücü bulabiliyorlar, yaratabiliyorlar. Ortada ne senaryo var, ne mizansen, ne de kiralık beyinler, inanç var, onur var, güç var. İnanılmazı başaranlar, olmazı olur kılanlar bunlardır, bunlara sahip olan lardır, sahip olduğunu bilenlerdir. inanç, onur ve güç Adana Kurtuluş Mahallesi’ndeki evin duvarlarına iki keli meyle nakşedildi. Hem de kanlarıyla nakşettiler bu yılmaz insanlar. Ertesi gün bir gazetenin yazdığı şu satırlar hiçbir gücün onurla, yiğitçe verilmiş bir devrimci mesajı engelleyemeyeceğini ortaya koyuyordu: “Mermilerin delik deşik ettiği duvarlara kendi kanlarıyla D.S. yazdıkları görüldü.” Her yazı silinebilir ama kanla yazılan yazıyı hiçbir güç silemez.” (Mücadele- 15 Mayıs 1992)