Örnek Resim

Anasayfa > GÜNDEM > Kurtuluşun Yolu Halkın Örgütlü Gücündedir

Kurtuluşun Yolu Halkın Örgütlü Gücündedir
Son Güncellenme : 04 Eyl 2016 21:48

Kurtuluşun Yolu Emperyalizme ve Faşizme Karşı Halkın Örgütlü Gücündedir

Nasıl Bir Ülkede Yaşıyoruz?

Sadece AKP iktidarı döneminde gelinen durumu anlatarak başlayalım:

Kumar oynama oranları AKP iktidarının son 10 yılında 4 kat artmıştır.

Uyuşturucuyu ilk defa kullanım yaşı 12’ye, uyuşturucudan ölüm yaşı 14’e düşmüştür.

6,5 milyon işsiz, evine ekmek götüremeyen insan var.

2002-2010 yılları arasında fuhuş yüzde 220, tecavüz ve çocuklara cinsel taciz yüzde 125 arttı.

AKP iktidarının ilk 10 yıllık döneminde halka ait 124 kurum ve kuruluş tekellere peşkeş çekildi.

Özelleştirme adı altında satılan kamu mallarından 41 milyar dolar elde edilirken, bu süre içerisinde bütçe 171 milyar dolar açık verdi.

Tayyip Erdoğan “Ben Türkiye’yi pazarlamakla mükellefim” demişti, bunu da halkın malını emperyalist tekellere, iş birlikçi oligarşiye satarak gösterdi.

AKP iktidarı döneminde tutsak sayısı yüzde 200 arttı. Günde 112 kişi tutsak düşüyor. AKP’nin ilk göreve geldiği 2002 yılının sonunda 34.808’i hükümlü, 24.621’i tutuklu olmak üzere 59.429 tutuklu ve hükümlü varken, 04.03.2016 tarihi itibariyle 159.028’i hükümlü, 26.200’ü tutuklu olmak üzere toplam 185.228 hükümlü ve tutuklu vardır.

14 yıllık AKP iktidarında 17 bin 57 işçi iş cinayetlerinde katledildi.

Sadece 2013 yılında boşanan çift sayısı 125 bini aşmıştır.

25 bin insan AKP iktidarı devam ederken intihar etti.

2015 yılında dış borç 405,2 milyar dolar oldu.

3 kişiden 2’si borç içinde.

2000 yılında refahın yüzde 67’sini elinde bulunduran en zengin yüzde 10’luk kesimin payı 2014 itibariyle yüzde 77.7’ye yükseldi.

En zengin %1’lik asalak sınıf, milli gelirin %54.3’üne sahip; %99’luk halkımız ise milli gelirin ancak %45.7’sini alıyor.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında Türkiye’deki en zengin %1’lik nüfus toplam servetin %39.4’üne sahipken ülkenin geri kalan %99’luk kesimi Türkiye’deki toplam zenginliğin %60.6’sını elinde bulunduruyordu.

Her 100 kişiden 4’ü okuma yazma bilmiyor. Devlet hastanelerindeki ölüm oranı yüzde 40 arttı.

Devlet hastanelerinde 2010 yılında 83 bin kişi hayatını kaybederken, 2014 yılında 114 bin kişi hayatını kaybetti.

AKP’nın halka düşmanlığı sınıf düşmanlığıdır. Sınıfın halka duyduğu öfkeyle saldırıyor AKP. Yalan ve demagoji ile, baskı ve terörüyle her yönden halkı kuşatma altına almaya çalışıyor.

AKP neden halka düşmandır?

Çünkü AKP, emperyalistlerin işbirlikçisi bir iktidardır. Oligarşinin temsilcisidir. Burjuvazinin, faşizme bir örtü olarak kullandığı meclisteki temsilcisidir. AKP’nin aldığı kararlarla, çıkarttığı yasalarla burjuvazi daha da zenginleşmiştir. Koç’undan Sabancısı’na, Remzi Gür’ünden Murat Ülker’ine, Hüsnü Özyeğin’inden Ferit Şahenk’ine kadar böyledir.

Türkiye’nin en zenginleri listesinde 1. sırada yer alan Murat Ülker, sadece 2015 yılında servetini 700 milyon dolar artırarak 4,4 milyar dolarla yeniden Türkiye’nin “en zengini” oldu.

Ülker’i, 2,7 milyar dolarla Hüsnü Özyeğin ve 2,6 milyar dolarla Semahat Arsel takip ediyor.

 

AKP’nin Suçu Emperyalizmin Politikalarına Ortak Olmasıdır

Geceyle gündüz nasıl bir araya

gelemezse, faşizmin çıkarlarıyla halkın çıkarları bir araya gelemez. Bu mümkün değildir. Çünkü birisinin var olması, diğerinin yok olmasına bağlıdır. Bu sınıf düşmanlığıdır.

AKP bu tabloda Amerikan emperyalizminin sözcüsüdür. Bu tabloda; siyasi, ekonomik, kültürel olarak emperyalizme göbeğinden bağımlılık var. Bu tobloda; iç politikada, dış politikada Amerikancılık vardır. Bu tabloda hukuksuzluk, adaletsizlik vardır. Bu tabloda; açlık ve zulüm deryasında boğulmak istenen halk var, halkın umutları var…

Halkımızın en temel sorunu ekmek adalet ve özgürlüktür. Ekmeğin ve adaletin kavgasını vermek, Türkiye ekonomisini, siyasal rejimini, ordu ve polisinin işlevini, meclisi, partileri ve milletvekillerinin ne işe yaradıklarını, Türkiye’nin kültürünü bilmekle mümkündür. Bu tablo, neden örgütlenmemiz, mücadele etmemiz gerektiğinin de cevabıdır aynı zamanda.

Ülkemiz faşizimle yönetilen bir ülkedir.

Faşizm, “Finans kapitalin en gerici, en şoven ve en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğüdür.”

Yani tekellerin gücünün korunması için her şey yapılır.

Faşist ülkelerde tekeller, yani burjuvazi, hükümetleri iktidara getirenlerdir. Çünkü faşizm, burjuvazinin egemenliğini korumak için vardır zaten.

Ekonomi; bir ülkenin siyasetini de, iktidarını da belirler, onca anlaşılmaz rakamlara boğulsa da halkın nasıl yaşamaya mahkum edildiğini de anlatır.

Türkiye’nin ekonomik sistemi; kimilerinin “serbest piyasa ekonomisi” de dediği kapitalist sistemdir. Bu sistemin özü; zenginin daha da zenginleşmesi, yoksulun açlığa mahkum edilmesi, yasa ve kuralların tekellerin çıkarlarını korumak için uygulanmasıdır.

Türkiye’de kapitalist sistem kendi iç dinamikleriyle gelişmediği için, başından itibaren dışa bağımlıdır, çarpıktır. “Türkiye’nin gururu” diye anlatılan tekeller, yani Koçlar, Sabancılar, Ülkerler de hiçbir milli özelliği bulunmayan iş birlikçilerdir. Emperyalist tekellerin temsilcileri, ortaklarıdırlar.

Yine çarpık gelişimin sonucu olarak, özünde soygun ve vurgun düzeni olan kapitalizm, bizim ülkemizde yolsuzluklarla, mafyacılıkla, hortumculukla iç içedir. Vergi kaçırmayan, kara para aklamayan, hayali ihracat yapmayan, yolsuzluk yapmayan, kendi bankasını dolandırmayan, mafyaya iş yaptırmayan ya da kendisi mafya olmayan “iş adamı” yok gibidir.

AKP döneminde tekeller daha da palazlanmış, “IMF’ye borcun silindiği” yalanının arkasında emperyalizmle olan göbek bağı daha da kalınlaşmıştır.

Yeni sömürgecilik ilişkileri, anlaşmalar üzerinden daha da derinleşmiştir. Borç miktarı düşmemiş sadece borçlanılan tekeller ya da aracı tefeci uluslararası bankaların ismi değişmiştir. Zaten 2000’li yıllardan sonra yeni uygulamaya göre, artık IMF gibi teşhir olmuş kurumlar çok fazla öne çıkarılmamış; emperyalizmle olan ilişkiler gizli tutulmaya çalışılmıştır.

“Gavura alerji”den korkan tekeller, “yerli” görünüm altında emperyalizmin ideolojisini yaymış, hakimiyetinin büyümesi için elinden geleni yapmıştır.

IMF sözde gitmiş, yerine özelleştirmelerle “küçülen devlet” ve zenginleştirilen yerli ve yabancı sermaye kalmıştır.

Devletin eskiden olduğu gibi madenler, sanayi, tekel gibi temel üretim birimleri üzerindeki etkisi sonlandırılmış. Devlet direk yatırımcı olmayınca, devletin direk borçlanmasına da gerek kalmamıştır. Devletlerin bu görevini artık özel sermaye yerine getirmekte, devlet ise sadece ülkeye “yatırım” adı altında giren yabancı sermayeye “neyin nasıl peşkeş çekileceğini, parasının batmaması için ne gibi güvenceler vereceği” konularını, düzenlemektedir. Yani artık devletler yatırımcı değil, “yap, işlet, devret” adı altında ülkeye gelen yabancı sermayeden kira alan komisyoncu pozisyonundadır. Aynı zamanda da bu yatırımcı sermayenin rizikosunu da direk devlet üzerine almakta garantörlüğünü üstlenmektedir.

Türkiye’nin borçlu olduğu tek emperyalist kuruluş IMF değildir. IMF ile olan borç ilişkisi bitmiş de olsa; 2015 yılında Türkiye’nin dış borcu 405,2 milyar dolardır.

Vatanımız karış karış satılmış, sömürülmüştür. Dışta emperyalist kuruluşlara 405,2 milyar dolar borçlanılırken; içte de iş birlikçi tekellerin halkı soymasının önü açılmıştır.

Cengiz İnşaat’ın 2005-2009 yıllarına ait 424.4 milyon TL’lik vergi cezası AKP tarafından “sıfırlandı.”

Yeni Şafak gazetesinin sahibi Albayrak Grubu’na ait Albayrak Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı A.Ş’ye kesilen 55.7 milyon TL’lik vergi cezası, 2010’da 1.2 milyon TL’ye düşürüldü.

Kanal A’nın patronları Kaya kardeşlere ait Elektromed Şirketi’nin 135.6 milyon TL’lik vergi borcunun 129.8 milyon TL’si 2010’da silindi…

Tüm bu paralar halkın çalınan emeğidir. Faiziyle birlikte halkımızın sırtına yüklenen borçların ne anlama geldiğini ise herkes bilir; borçları ödemek için daha fazla borç, sonucunda daha fazla bağımlılık…

İktidarın bağımsız bir bütçesi dahi yoktur. Sözde yapılan bütçelerde, emperyalistlerden alınan borçlar, ödenecek borçlar ve silahlanma dışında hiçbir şey yoktur.

Emperyalist tekellerin ülkemizi daha fazla yağmalaması, daha fazla işsizlik, açlık demektir.

Bir avuç iş birlikçiyi bir kenara bırakırsak, bu ekonomik sistemin yarattığı Türkiye tablosunda; işsizlik, açlık, sefalet, yoksulluk, iflas eden esnaflar, toprağını kaybeden köylüler, açlıktan ölen bebekler, sokaklarda yaşayan onbinler, kahveleri dolduran işsizler, ekmek kuyrukları, sadakayla yaşamaya alıştırılmak istenen milyonlar var.

 

Yoksulluk ve Sefalet Yaratan; Alın Terimizi Çalan Bu Düzene Karşı Mücadele Etmek Boynumuzun Borcudur!

AKP faşizmi, yarattığı yoksulluk tablosunun karşısında korkmaktadır. Yönetememe krizi derinleştikçe, halk üzerindeki sömürü katmerleştikçe baskı da artmaktadır.

Sözde demokrasi vardır, seçimler yapılmakta, referanduma gidilmektedir. Ama bunlar faşizmin yüzünü gizleme araçlarıdır. Aba altındaki sopa açığa çıkıp; halka katliam, işkence, baskı olarak görünmektedir.

“Korku” AKP iktidarı tarafından, kitleler üzerinde harekete geçirici bir araç olarak kullanılıyor. Korku dağları büyütülerek, halkın devrimcilerle ilişkisinin önü kesilmek isteniyor.

Tekellerin çıkarlarına göre örgütlenen bu rejimin niteliği; faşizmdir. Bir yandan “demokrasi, hukuk, insan hakları” sözlerinin eksik olmadığı ama bunların esemesinin okunmadığı, meclisin olduğu ama hiçbir işlevinin olmadığı bir faşizm. Emperyalizmin, sömürge ülkelerde şekillendirdiği “sömürge tipi faşizm”dir bu.

İnfazlar, cinayetler, katliamlar, kaybetmeler, en demokratik hakkın kullanılmasına karşı estirilen terör, yerle bir edilen hapishaneler, kuşatılan gecekondular, yasaklanan diller, kültürler, inançlar faşizm gerçeği içinde anlamını bulur.

Hasan Ferit’in, Berkin’in, Dilek’in, Yılmaz’ın, Günay’ın, katledilmesi bunun örnekleridir.

Faşizm, tekellerin çıkarlarının dışında halkın hiçbir kesiminin çıkarlarını düşünmez, yaşam hakkı tanımaz. Her türlü muhalefeti, hak aramayı zor ve şiddet yoluyla, kontrgerilla yöntemleriyle bastırmayı, yok etmeyi düşünür. Katliamlar bunun için organize edilir.

Faşizm; AKP iktidarında yaşıyor. Reformizmin “faşizmin ayak sesleri geliyor” şeklindeki siyasi körlüğü; çıplak faşizm gerçeğiyle aydınlatılıyor.

Artık öyle ki; göstermelik parlamentarizm dahi uygulanmamakta, bir gecede çıkan faşist gerici yasalarla tüm kazanılmış haklar gasp edilmektedir.

AKP iktidarının ilk 13 yılında 27 günde bir yasa değişti.

“157 aylık AKP İktidarında 170 kere Kamu İhale Kanunu’nda değişiklik yapıldı. Kamu İhale Yasası’nda doğrudan 33 kez olmak üzere diğer özel yasalarla ve kararnamelerle toplam 170 kez değişikliğe gidildi…” (Sözcü, 14.12.2015, Murat Muratoğlu)

Faşizmde kalıcı hiçbir hak yoktur, olamaz. Kesintisiz bir mücadele gerekir. 1 Mayıs bir yandan resmi tatil ilan edilir; diğer yandan yasaklanır. Eğitim parasız bir haktır ama parası olmayanın okuyamadığı, gerici eğitimin mecburi kılındığı bir eğitim sistemi vardır.

Bugün, baskının, şiddetin, yasakların çok daha yoğun olarak yaşandığı bir süreçteyiz.

Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun polise verdiği öldürme yetkisi yetmemiş olacak ki, şimdi de 1405 polise komando eğitimi verilmiş. Amaç “Ani gelişen olaylar karşısında daha çevik ve atak olmak” olarak duyurulsa da, halkı daha iyi zapturapt altına almanın, katletmenin eğitimi verilmektedir.

“Eğitimlerde polis ve komiserlere tekli çoklu atışlar, operasyonel atış teknikleri, gece atışları sokak geçişleri, hareketli hedef atışları, tek elle atış, sokak çatışmaları, bina içi arama, şahıs ve araç arama teknikleri, atış alanında araçla ilerleme, şüpheli paket ve el yapımı patlayıcılara karşı harekat tarzı, pusudan kurtulma, ani gelişen olaylara karşı harikat tarzı ve önemli binaların korunması gibi dersler verildi.” (Haber Türk, 21.06.2016)

Şiddet faşizmin yasasıdır. Şiddet komando eğitimleriyle daha da resmileşiyor. Çünkü emperyalist politikalar başka türlü uygulanamaz. Böyle bir sömürü, böyle bir talan halk susturulmadan, örgütsüzleştirilmeden yaşama geçirilemez. Bu nedenle bu düzenin değişmesi demek; emperyalist politikalarla açlığa mahkum edilenlerin ekmeğe kavuşması demektir aynı zamanda.

 

Faşizmin Başka Bir Yasası Şovenizmdir!

Şovenizme Karşı Mücadele; Sınıf Bilincine İhtiyaç Duyar!

AKP iktidarının “milli”, “bağımsız” hiçbir dış politikası yoktur. Her şey emperyalistlere göre belirlenir. Ya Amerika ya da Avrupa ne diyorsa o yapılır. Askeri, siyasi, ekonomik her alandaki emperyalist kuruluşların direktifleri, NATO, Dünya Bankası… Türkiye’nin dış politikasını belirler. IŞİD’e MİT tırları içinde silah göndermek, Suriye’ye karşı düşman bir politika gütmek bunun bir örneğidir sadece.

Balkanlar’da, Kafkaslar’da, Ortadoğu’da tarihi, kültürel bağlar emperyalist tekellerin hizmetindedir. Türkiye onlar adına bu bölgelerin pazarlarına girer, operasyonlara katılır, İran’da olduğu gibi aç gözlü bir şekilde kurtlar sofrasının artıklarını kapmaya çalışır.

Dış politikadaki bu onursuzluk; “Türkiye’nin çıkarları”, “onurlu dış politika” lafları arkasına gizlenmek istenir. Özü itibariyle halkımızın çıkarlarıyla hiçbir ilgisi olmayan kimi konularda estirilen şovenizm de oy hesabıyla birlikte bu gerçeği gizlemenin de aracıdır aynı zamanda. Suriye’den pay kapabilmek için Rusya’ya karşı kampanyalar, Almanya’nın mallarını boykot etme tehditleri, kendi halkının sırtından copu eksik etmeyenlerin kopardıkları fırtınalar hep bu içeriktedir. Gerçekte ise emperyalist ülkelerin tekellerinin karşısına çıkabilecek ne gücü vardır, ne de bağımsız bir politikası.            Türkiye Bağımsız Olmadan “Onurlu Dış Politika” Olmaz.

 

“Milli” Ordudan, Halka Düşman Orduya…

– 244 bini polis olmak üzere toplam 256 bin emniyet görevlisi.

– 233 bin özel güvenlik görevlisi,

– 403 bin er ve erbaş…

– 345 general ve amiral,

– 223 bin 566 TSK’da çalışan uzman personel,

– 163 bin 129 tutsağın bulunduğu 355 hapishane…

Bu tablo faşizmin tablosudur.

Yeni sömürge tipi faşizmde ordunun emperyalizmle olan bağımlılık ilişkileri gizlenir, bizi “düşmanlardan koruyan”, “milli” bir ordu olduğu yalanı yayılır: Yaygın yerel sorunlar olduğunda bile, orduya hükümet bütçesinden aşırı miktarda pay verilir ve yerel gündemler göz ardı edilir. Askerler ve ordu hizmetleri alabildiğine yüceltilir.

Her devletin ordusu, polisi vardır; ülke güvenliği için gereklidir. Ülkemizdeki ordu ve polisin “ülke güvenliği” diyerek yaptıklarına bakıyorsunuz; katliamlar, infazlar, işkenceler, kayıplar….

Ne ilgisi vardır, ülke güvenliği ile bunların? Yoktur elbette. Ancak, ordu-polis örgütlenmesi halka karşı, halkın mücadelesine karşı olunca ilgisi vardır. Onların “güvenlik”ten anladıkları tekellerin düzeninin sürmesi, emperyalizmin iş birlikçilerinin ülkemizi yönetmeye devam etmesidir. Bunun için halk susturulmalıdır, devrimciler yok edilmelidir. Ordu-polisin yaptığı da budur.

Ordu, siyasette, günlük politikada, ekonomide, kültürde, hak ve özgürlüklerin yok edilmesinde örgütlenmesinde belirleyici güçtür. AKP’nin iktidarda olduğu 2007-2015 yılları arasında 183 kişi polis kurşunu ile öldürüldü.

Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar’da halklara karşı kullanılan taşeron orduların başında gelir. Ülkemizdeki en temel görevi de zaten emperyalistler adına topraklarımızın işgalidir. Emperyalizm ile geliştirilen ilişkilerden bu yana “milli” hiçbir özelliği kalmamıştır.

Polis’in, her türlü pislikle, halka karşı uygulanan terörle adı özdeşleşmiştir. Rüşvet, uyuşturucu, fuhuş, kumar polis olmadan yürümez; meydanlarda hak arayan işçinin, memurun, öğrencinin karşısına coplarla biber gazlarıyla akreplerle tomalara onlar çıkar. En iyi bildikleri öldürmek, yok etmektir.

Böyle bir ordu, böyle bir polis, hiçbir “eğitim programıyla, reformlarla ıslah edilemez. On yıllardır katliamdan, yok etmekten, emperyalistler için, tekeller için halka zulmetmekten başka bir şey yapmayanların sonu halkın elinden olacaktır.

 

Tüm Düzen Partileri Amerikancıdır

Faşizmle yönetilen bizim gibi ülkelerde seçimler tamamen göz boyama amaçlı yapılır. Burjuva basının da katılımıyla seçimler demokrasinin varlığına işaret eder görünür. Oysa görünenle içerik aynı değildir.

Seçim sonuçları değiştirilir; oy pusulaları kaybedilir, yerine yenisi konur… Seçim sonuçları kabul edilmez ve yeniden yapılması dayatılır.

Oligarşinin krizi yapısaldır. Kapitalizmin özü krizdir. Bu nedenle seçimler oligarşinin krizine engel olamaz… Krizin nedeni, emperyalizmle göbekten bağlı olmaktır.

Burjuva düzen partileri halkın yararına olan hiçbir vaatlerini yerine getirmezler. İktidara gelmek, zenginleşmenin kapılarını açar.

Bu düzen sürdükçe, hangi parti iktidara gelirse gelsin uygulayacağı emperyalist politikalardır, MGK talimatlarıdır. Parlamenterler ise, bu oyunun basit, etkisiz ve yetkisiz figüranlarıdır. Halkmış, vatanmış onların umurunda da değildir zaten. Parti liderleri ne derse, Amerika neyi isterse onlar kaldır parmakları, indir parmakları usulü yasal kılıf hazırlarlar. Tüm hedefleri bakanlık koltuğu, iş takibinden, ihalelerden alacakları paralardır.

 

Hak Alma Mücadelesi, AKP Faşizmine Karşı Mücadeledir!

Halkın hiçbir kesiminin ülkemizde hak ve özgürlükleri yoktur. İslamcısı, Alevisi, devrimcisi, demokratı, aydını, bilim adamı, işçisi, köylüsü, memuru, öğrencisi… kimse hak ve özgürlüklere sahip değildir. Düşünce, inanç, ifade özgürlüğünü bir kenara bırakın; “öldürün, vurun, yok edin…” mantığının hakim olduğu bir düzende kimsenin yaşam hakkı yoktur.

Haklarını isteyen herkes anında “terörist” damgası yer. Sonrası ise, her türlü zor, baskı, yasak mübah demektir. “Terör” dedikleri hak ve özgürlükler mücadelesidir.

Hak ve özgürlüklerin yasalarda yazılmış olmasının, Avrupa istiyor diye yeni yasalar çıkarılmasının hiçbir anlamı ve önemi yoktur. Geçerli olan polis devletinin uygulamalarıdır. Geçerli yasa; polisin yasalarıdır. Bürokrasisinden, mahkemelerine kadar düzenin tüm kurumları polis direktifleri ile hareket eder.

 

Emperyalizmin Yoz Kültürüne Hayır!

Amerika’dan başlayıp, tüm dünyaya, ülkemize hakim kılınmak istenen kültür; yoz, bencil, ahlaksızlığı baş tacı eden, halkın tüm geleneklerini “geri” diye tutup bir kenara atan, gençliğin beynini çıkarcı düşüncelerle dolduran, birliği, dayanışmayı yok eden kültürdür. Bu kültürde bize ait hiçbir şey yoktur. “Çağdaşlık, batı medeniyeti, uygarlık” diye yutturulmaya çalışılan bu kültürün Anadolu toprakları ile hiçbir ilgisi yoktur.

Faşizmin kültürü yozlaşmanın kültürüdür. Çünkü sömürünün olduğu yerde bir değer yoktur. Tek değer vardır o da PARA’dır, KAR’dır. Ölçü biriminin para olduğu bir yerde halkımızın değer ve gelenekleri yok edilmek isteniyor. “Gemisini kurtaran kaptan” denilerek, halkımızın dayanışma, fedakarlık gelenekleri çürütülmek isteniyor. Bu kültürü henüz hakim kılamadılar. Kendi öz kültürümüze, değerlerimize sahip çıkmazsak, hakim kılacaklardır.Yozlaşmaya karşı, şehitler pahasına mücadele edecek, emperyalizmin kültürünü reddedeceğiz.

Yoksulluğumuzun, açlığımızın, adaletsiz bırakılmamızın sorumlusu emperyalizmdir. Baş düşmanımız Amerika ve onun iş birlikçisi oligarşidir. Vatanımızı satanlar, uyuşturucuyu, fuhuşu kumarı yaygınlaştıranlar onlar! TOMA’larını, gaz bombalarını, coplarını halkın üstünden eksik etmeyenler onlar! Birliğimizin, dayanışmamızın önünde engel olarak, sömürüyü sürdürmek isteyenler onlar!

Ekmeğimizin, adaletin önündeki engeller bunlardır.

 

Bu Tabloyu Nasıl Değiştireceğiz?

Türkiye tablosunu değiştirmek elimizdedir. Değiştirmek için mahallemizde, fabrikalarda, iş yerlerinde, köylerde, okullarda yaşamın her alanında örgütlenmek, örgütlenmek, örgütlenmek zorundayız.

Değiştirmek için örgütlü gücümüzle kavgayı büyütmek, ekmek ve adalet talebiyle mücadele etmek zorundayız.

Karşımızda NATO’su, BM’si, Dünya Bankası vb. ile örgütlü bir güç var. Biz de, yani örgütsüz bırakmak için her yolu denedikleri biz de örgütlenmeliyiz. Bulunduğumuz her yerde, kitle çalışması yapmalı, halkımıza gerçekleri anlatmalı, halkın meclislerini kurmalıyız.

Emperyalizme karşı bağımsızlık, faşizme karşı demokrasi, kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesi veriyoruz. Zafer er ya da geç bizim olacaktır…

Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm Yürüyüşümüz Zafere Kadar Sürecek!

Zafer direnenlerin olacaktır!

 

Bu Haberler Dikkatinizi Çekebilir

Adres:Katip Mustafa Çelebi Mahallesi Billurcu Sokak No: 20/2 BEYOĞLU-İSTANBUL Tel: +90(212)536 93 44 Fax: +90(212)536 93 45 E-mail: info@yuruyus.com
CopyLEFT Yürüyüş Dergisi 2004-2014 | İnternet Sayfamız özgür yazılım araçları kullanılarak kodlanmıştır.