Bir süredir hapishanelerden alevler yükseliyor. Kara dumanlar kaplıyor her yanı. Hapishanelerde büyük bir yangın var. Ama bu seferki başka bir yangın. Bu seferki alevler tutsakları yakıp kavurmuyor. Bedenlerini eritmiyor, kömüre çevirmiyor bu sefer. Bu seferki dumanlar boğmuyor tutsakları…
Çünkü bu seferki dumanlar ve alevler tutsakların direniş ateşinden yükseliyor. Evet, büyük bir yangın var hapishanelerde. Edirne’den Sincan’a, Kandıra’dan Tekirdağ’a çok büyük bir direniş ateşi yanıyor dört bir yanda… Ve gün geçtikçe büyüyor bu ateş, büyüyecek…
Türkiye hapishaneler tarihi her türlü baskının, işkencenin, katliamların; devrimci tutsakları teslim almak için geliştirilen envai çeşit saldırılarla örülü bir tarihtir. Elbette yalnızca bunlar yoktur bu tarihte. Direnişler de vardır. Ümraniye, Buca, Ulucanlar, 19-22 Aralık… Kanla yazılan bir tarihtir bu. İnançlarından soyundurulmak, teslim alınmak istenen devrimci tutsaklar düşüncelerini, kimliklerini savunmak için tereddütsüz direnişi seçmiş; siyasi kimliklerini kan ve can bedeli savunmuşlardır. Bazen çok küçük bir hak talebi için, bazen kanlarıyla canlarıyla kazandıkları bir hakkı savunmak, bazen siyasi kimliklerine yönelen topyekün bir saldırıyı püskürtmek için ama her dönem hapishaneleri bir direniş mevzisi haline getirmişlerdir.
Bu direnişlerin en büyüğü şüphesiz 7 yıl süren büyük direniştir. Siyasi tutsakları teslim alma saldırısı direniş duvarına çarpan emperyalizm ve oligarşi, bu amaçlarından vazgeçmemiş, tecrit saldırısını yeni saldırılar ekleyerek sürdürmüş, her fırsatta tutsakların kan ve can bedeli kazandığı hakları gasp etmenin yollarını aramışlardır.
Sürekli artan ve keyfilikte sınır tanınmayan iletişim ve haberleşme cezaları nedeniyle, tecritin ağırlaşması, disiplin cezaları gerekçe gösterilerek uygulanan “infaz yakma” saldırısı nedeniyle tutsakların keyfi biçimde daha uzun süreli tutsak edilmeleri, süreli ve süresiz yayınlara yani kitap ve dergilere getirilen sınırlama ve yasaklamalar, büyük direnişle kazanılan sohbet hakkının gasp edilmesi bunlardan bazılarıdır.
Elbette ki bu saldırılar da özgür tutsaklar cephesinde yine direnişle karşılığını bulmuştur. Son birkaç aylık süreçte hapishanelerde yaşananlara baktığımızda bu baskı ve saldırılara karşı sloganla protesto, toplu şekilde kapı dövme gibi eylemlerden barikat direnişlerine, açlık grevlerine kadar çok geniş bir yelpazede şekillenen direnişler gerçekleştiğini görüyoruz.
Özellikle tutsakların kendi iradeleri dışında çok uzak hapishanelere sevk edilmeleri şeklindeki sürgün sevk saldırısının yoğunlaşması; hastaneye, adliyeye gidiş gelişlerde veya başka vesilelerle yapılan her giriş çıkış işleminin işkenceye çevrilmesi; gereksiz slogan atılması, “fazla” çekpas sapı, leğen, çöp kovası gibi eşyaları toplama gibi her türlü bahane ile tutsaklara saldırılarak işkence yapılması; “süngerli oda” işkencesinin yaygınlaşması hapishanelerdeki baskı ortamını tutsaklar için dayanılmaz noktaya getirmiştir.
Son olarak bu saldırılara Özgür Tutsakların doğrudan siyasi kimliklerini hedef alan kitap ve dergi sınırlaması saldırısının eklenmesinin ardından, Özgür Tutsaklar tüm bu direniş biçimlerini, temel talebi sohbet hakkının uygulanması ve kitap-dergi sınırlamasının kaldırılması olan genel direniş programı çerçevesinde birleştirdiler.
Temmuz ayının ikinci haftasından itibaren tüm hapishanelerde başlayan genel direniş çerçevesinde slogan atma, kapı dövme, oturma eylemi, alt katta sayım vermeme gibi birçok eylem biçimini kademeli olarak hayata geçirdiler. Hapishane idarelerinin bu direniş biçimlerine yönelik saldırılarına da hücre yakma eylemiyle karşılık verdiler.
İlk olarak Edirne F tipi hapishanesindeki özgür tutsaklar, sürekli artan baskı ve saldırılara karşılık bulundukları hücreleri yaktılar. Bunun üzerine hapishane idaresi tutsaklara saldırarak önce işkencelerle süngerli hücreye, ardından yanmış haldeki hücrelerine götürerek günlerce yanık hücrelerde tuttular.
Ardından Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi’nde OHAL kararnameleri gerekçe gösterilerek, aileleriyle görüştürülmeyen kadın tutsaklar; görüş hakkının gaspına, kitap yasaklarına ve sohbet hakkının uygulanmamasına karşılık, bulundukları C-9 ve C-10 koğuşlarını yakarak eylem yaptılar. Bunun üzerine 2 Ağustos günü gece saatlerinde koğuşlarına operasyon yapılarak buradaki 32 kadın tutsak zorla, yerlerde sürüklenerek Silivri Hapishanesi’ne sürgün edildi.
Bakırköy Kadın Hapishanesi’nden sürgün edilen kadın Özgür Tutsaklar Silivri’de de işkence ile karşılandı. Tek kişilik hücrelere konan kadın tutsaklar uzun süre hiçbir ihtiyaçları karşılanmadan, işkence iddiası olmasına rağmen uzun süre sağlık kontrolü yapılmadan öylece tutuldu, işkence gizlenmeye çalışıldı. Hala tek kişilik hücrelerde tecritte tutulan özgür kadın tutsaklar bu duruma karşılık 26 Ağustos günü bulundukları hücreleri yaktılar.
Tekirdağ ve Kandıra 1 ve 2 No’lu F tipi hapishaneler ile Sincan 1 No’lu F tipi, İzmir-Kırıklar 2 No’lu F tipi, İzmir-Şakran Kadın Hapishanesi ve Adana-Kürkçüler F tipi hapishanelerinde de hücreleri yakan Özgür Tutsaklar işkence ile karşılaştılar. Ağır işkencelere maruz kalan Özgür Tutsaklar elleri ve ayakları kelepçelenerek süngerli hücreye konulduktan sonra tekrar eski hücrelerine götürülerek yanmış haldeki hücrelerde yatak, battaniye, nevresim, giyecek gibi hiçbir ihtiyaçları karşılanmadan günlerce tutuldular. Bu durumun yani özgür tutsakların yanmış hücrelerde tutulmasının merkezi bir kararla hayata geçirildiği bizzat hapishane idareleri tarafından ifade edildi. Amaçlarının özgür tutsakları “yaptıklarına pişman etmek”, “burunlarının sürtülmesini sağlamak” olduğu çok açıktır. Oysa gözden kaçırdıkları bir şey vardır. Özgür Tutsaklar zaten bu eylem biçimiyle onlara bir mesaj vermek istemiştir. Bu mesaj çok açıktır: “Biz gemileri yaktık, artık geri dönüş yok!” Buna rağmen böyle küçük hesaplarla Özgür Tutsakları eylemlerinden vazgeçirmeye çalışmaları acizlikten başka bir şey değildir.
Evet, oligarşi bu direniş karşısında aciz durumdadır. Çünkü “hücre yakma” tutsakların direnişinde yeni bir aşamadır. Bugüne kadar başka bir örneği yoktur. En azından bu kadar yaygın ve örgütlü olarak hayata geçirildiği başka bir örnek yoktur. Kararlılığın, tecriti yenmenin bir başka biçimidir.
Özellikle tecrite karşı kazandığımız zaferlerin bir devamı olarak hücre yakmalar, Özgür Tutsakların bu konudaki kararlılıklarının, özgür tutsak geleneğinin yeni süreçlerde yenilenerek devam ettiğinin bir göstergesidir.
Tutsaklarımız OHAL diye herkesin yerinde durduğu bir süreçte bu saldırıyı genel direnişle göğüslemiş, yeni mevziler kazanma perspektifiyle direnişi bir adım öteye taşıyarak taarruza geçmişlerdir. Bu ideolojik sağlamlığın, sarsılmaz iradenin karşısında durabilecek güç yoktur. Özgür Tutsaklarımız tıpkı 7 yıl süren büyük direnişte olduğu gibi daha başında zaferle çıkmıştır bu savaştan. Bu zafer ideolojik sağlamlığın, cüretin, kararlılığın getirdiği siyasi bir zaferdir. Sonuç ne olursa olsun bu savaşın galibi şimdiden Özgür Tutsaklardır.