Örnek Resim

Anasayfa > GÜNDEM > Solun Köşe Taşları

Solun Köşe Taşları
Son Güncellenme : 25 Eyl 2016 13:11

HDP’Lİ BELEDİYELERE KAYYUM ATANMASI VE MEŞRULUĞUNU YİTİRMİŞ REFORMİZMİN GERÇEĞİ…

Faşizmin doğası halk düşmanlığıdır. Faşizmin her politikasına, programına damga vuran gerçeklik budur. Böyle olduğu içindir ki, dün Dolmabahçe’de HDP’lilerle el sıkışılması da bugün HDP’li belediyelere kayyum atanması da aynı halk düşmanlığının eseri olarak şekillenmektedir.

AKP faşizminin operasyonu sonucunda ikisi il, 24’ü ilçe, ikisi belde olmak üzere toplam 28 belediyeye kayyum atandı.

Kayyum atanan 28 belediyeden 24’üne atamaya gerekçe olarak “PKK’ye destek olmak” gösterilirken diğer 4 belediyeye kayyum atama sebebi olarak ise; “FETÖ” soruşturması gerekçe gösterildi. Belediye başkanlıklarına her birisi AKP kadrosu olan vali yardımcıları, kaymakamlar atandı. Demokrasicilik oyununun nasıl bir oyun olduğu, HDP’li belediyelere kayyum atanmasıyla bir kez daha somutlanmış oldu. Demokrasicilik oyununa dahil olan reformistler ise oyunu bozulan çocuklar gibi feryat düzeyi yüksek açıklamalar yapıyorlar.

HDP’li belediyelere kayyum atanma sürecinden itibaren reformist Kürt milliyetçi kesimler “milletin iradesi”nin gaspedildiğini yazmaya başladılar. Feryat figan halinde ve yüksek perdeden “millet iradesi gasp edildi” diyorlar.

Reformizmin bu yaklaşımına göre, demokrasicilik oyunu çerçevesindeki seçim sonuçları “milletin iradesi” oluyor. Bunu böyle kabul edecek kadar düzeniçileştiğinizde AKP’nin de aldığı oy kadar “milletin iradesi”ni yansıttığını kabul ediyorsunuz demektir. Ölçü seçim sonuçları oluyor. Ki bu “ölçü” demokrasicilik oyununun ölçüsüdür. Her konuda olduğu gibi bu konuda da devrimin ve düzenin ölçüsü başkadır. Hangisini kullandığınız devrimi ya da düzeni tercih ettiğinizi gösterir.

“Milletin iradesi” demokrasicilik oyununun seçim sonuçları değildir. Bunu böyle söyleyen düzen partileridir. Dört-beş yılda bir yapılan seçimlerden çıkan sonuçları “milletin iradesi” olarak gösterirler. Çünkü, şu gerçeğin görülmesini istemezler: Demokrasicilik oyunun, seçim sandıkları, esas olarak halkın iradesinin, hak ve özgürlük arayışının tabutu demektir.

Tam da bu nedenle, düzen partileri için dört-beş yılda bir halkın önüne seçim sandığı koyulması yeterlidir. Gidip oy kullanmak, halkın iradesinin açığa çıkması demektir ve yeterlidir. Bu yaklaşım düzen partilerine attir. Onların amacı halkı aldatmak, oyalamak ve düzen içinde tutmaktır. Devrimciler ise siyasi gerçekleri gösterip halkın devrimci iradesini açığa çıkartırlar.

 

Halkın İradesi Nedir?..

Seçim sonuçlarına “milletin iradesi” demek, reformistlerin dilinin düzen politikacılarının diliyle ne kadar uyumlu olduğunu da göstermektedir. Devrimci bir akılla düşünmedikleri için, düzen politikacılığının kirli diliyle konuşuyorlar.

Bu dil kirlidir, çünkü halkı kandırma üzerine kuruludur. Gerçekleri örtbas etmek amaçlanır. Demokrasicilik oyununun sonuçlarına olmadık anlamlar yükleyip “milletin iradesi” demek de böyledir. Oysa, halkın iradesi demek, sömürü ve zulme karşı savaşma gücüdür. Halkın iradesi düzenin belediyelerinde değil, sömürü ve zulme karşı halkın örgütlenmesinde somutlanır. Halkın iradesi, savaş örgütüdür. Bu gerçeklik kavranıp gereği yapılmazsa, faşizm kedinin fareyle oynadığı gibi oynar.  Ve ondan sonra “milletin iradesi gasp ediliyor” denmeye başlanır.

Açık olan şudur: Faşizm karşısında parlamentoymuş, seçimlermiş, seçimlerde yansıyan millet iradesiymiş bir anlam ifade etmez. Faşizm için, demokrasicilik oyununun seçim sonuçları yeri geldiğinde ezilip geçilir.

Hayatın gösterip öğrettiği bu gerçekliği kavramaz ve gereğini yapmazsanız, aldanırsınız. Halkın aldatılmasına da zemin sunmuş olursunuz. Hem de kaçıncı defa…

Halkın iradesi halk meclislerinde, halkın örgütlü gücüyle birleşmiş devrimci şiddetinde, halkın halk düşmanlarından hesap soruşunda somutlanır.

 

Reformizm Direnme Gücünü Yitirmiştir

HDP’li belediyelere kayyum atanmasından sonra reformistlerin açıklamalarına bakınca, düzeniçileşme kulvarında ne kadar yol aldıklarını net olarak görüyoruz. Ki faşizmin saldırılarına karşı direnme gücünü ideolojik olarak da yitirmiş durumdadırlar. AKP faşizmine karşı ya bu yaptıklarının anayasal olmadığı söylüyorlar ya da “seçime gidelim” diyorlar.

Meşruluklarını yitirmiş durumdadırlar. Meşruluk zeminini parlamentoda, burjuvazinin seçim oyununda arar hale gelmişlerdir.

Faşizm, seçim oyununun bir anlam ifade etmediğini anlatıyor, ama onlar anlamamak için direniyorlar. Hala “seçime gidelim” diyebiliyorlar. Gitseniz ne olacak…  Açık olan şu ki, faşizmin gerçeği seçimle değişmez. Faşizmin gerçeğini değiştirmenin tek bir yolu vardır; onu yıkıp yok etmek…

 

Meclis Niye Tatilde?

“… Seçme ve seçilme hakkı, Genel-eşit oy hakkı açıkça gasp edilmektedir. Herkesin eşit olduğu yalanı balon gibi patlamakta, Kürdistan halkına sömürge hukuku uygulanmaktadır. ‘Sen belediye başkanını seçemezsin, biz polis şefi, karakol komutanı gibi belediye başkanını da Ankara’dan tayin edeceğiz’ diyorlar.” (Suat Bozkuş-Özgür Politika)

Peki bunun karşısında sen ne diyorsun…

Bakın, HDP grup başkanı İdris Baluken ne diyor: “… Başın kuma gömüldüğü her saatte toplumsal barış dinamitleniyor, yok ediliyor.” dedikten sonra soruyor; “Meclis niye tatilde? Defalarca toplanması için çağrı yaptık.”

Görüldüğü gibi demokrasicilik oyununun parlamentosundan çözüm aranıyor. Meclis tatilde olmasa ne olacak… Bunca saldırın, katliamın yaşandığı dönemlerde meclis açıktı, ne oldu? Orası faşizmin demokrasicilik oyununun meclisidir. Ve işlevi halkın iradesinin yok edilmesidir.

“Meclis niye tatilde?” sorusu acizliğin ifadesidir. Bir beklentinin dışa vurumudur. Düzenden icazet dilenmektir bu. Çünkü meşruluk zeminini yitirmiştir ve düzenin parlamentosunun kürsüsünde feveran etmek dışında başka bir seçenek bırakmamış kendinde.

 

Sizin Düşmanınız mıyız?

Kayyum atanan belediyelerden Suruç Belediyesi’ni ziyaret etmek isteyen HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, polisler tarafından içeri alınmaz. Orada bir açıklama yapan Yüksekdağ şöyle diyor:  “… Belediye binalarının görüntülerine bakın. Sanırsınız ki; düşman kalesi kuşatılmıştır. Kim var, bu belediyelerde soruyorum bu iktidara, bu belediyelerdeki sizin düşmanınız mı?

Faşizm gayet net olarak “Evet, biz düşmanız” diyor. Bunu diyemeyen Figen Yüksekdağlar’dır. Bunu diyemedikleri için soruyor: “Sizin düşmanınız mıyız?”

Figen Yüksekdağ’ın bu sorusu bir cevaptır. Söylenen şudur aslında: Biz düşman değiliz…

Faşizme düşman olmayanlar elbette faşizme karşı savaşmaktan değil, seçimlerden bahsedeceklerdir. Figen Yüksekdağ da öyle yapıyor ve belediyelere kayyum atayan AKP’ye “yüreğiniz yetiyor mu bir seçim yapmaya?” diye soruyor.

Med Nuçe TV’de konuşan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, hükümete erken seçim çağrısında bulunup şöyle diyor; “Kendinize güveniyorsanız erken yerel seçim yapalım. Seçimle alamayacağınız belediyeye AKP’li memur atamak istiyorsanız olmaz.”

Demokrasicilik oyununu içselleştirmenin eseri olarak DBP Eş Genel Başkanı Sabahat Tuncel de faşizme “hadi seçim yapalım” diyor: “… Bu belediyeler konusunda sorunuzunuz varsa, halkın belediyeleri olmadığını iddia ediyorsanız hemen yarın seçimlere gidelim. Bu halk da iradesini ortaya koysun.”

Yani halkın iradesi seçim sandıklarından çıkıyor… Halkın iradesini ortaya koyacağı yer seçim sandığı oluyor… Hayır böyle değil! Tarihsel ve politik olarak böyle değil ama reformizmin kafası böyle çalışıyor.

Faşizm halk düşmanlığının gereği olarak istediği zaman seçim yapıyor, istediği zaman kayyum atıyor. Bu tablo karşısında HDP’nin cevabı malum: Biz faşizmin düşmanı değiliz, gelin seçim yapalım…

Yapın, isterseniz bin kere yapın. Ne değişecek? Faşizm istediği zaman ezip geçecek ve demokrasicilik oyunu çerçevesinde kedinin fareyle oynadığı gibi oynayacak…

Faşizm karşısında anti-faşist bir yaklaşım somutlanmadığı sürece bu son kaçınılmaz oluyor.

 

“Sivil Darbe”ye Karşı Demokrasicilik Oyununu Savunmak

Faşizm gerçeğine gözlerini kapayanlar, işlerine gelen her zaman “sivil darbe” kavramını kullanmaktadırlar. Demokrasicilik oyununu savunmaya kalkanların sevdiği bir kavramdır bu. AKP “sivil darbe” yapmaya kalkar, onlar da “demokrasiyi” savunurlar. Yani aslında demokrasicilik oyununa razı olduklarını ilan edip düzenden icazet dilenirler.

DİSK Genel Başkanı Kani Beko da onlardan birisi olarak bakın ne diyor: “… 15 Temmuz’dan sonra demokrasi ve hukuk ortak paydasında buluşmak ve darbe hukukuna kökten son vermek mümkün iken maalesef bu yol tercih edilmedi. Bombalanan parlamentonun rolünün artırılması gerekirken, parlamento devre dışı bırakıldı ve ülke Anayasayı askıya alan kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmeye başlandı. Darbe püskürtüldü ancak demokrasi kazanmadı. Tersine hükümet Anayasayı askıya alarak adeta bir sivil darbeye yöneldi”

Faşizme karşı anti-faşist bir yaklaşımı kuşanan devrimci, demokrat kesimlerin dilinden dökülmeyecek sözlerdir bunlar. Kani Beko’nun sözleri, reformizmin nasıl bir beklenti içine girip hayal kırıklığına uğradığının itirafı sayılır. AKP’nin saldırıları karşısında demokrasicilik oyununa sahip çıkıp savunacak kadar düzen içi bir konumdadır reformistler.

 

HDP; Faşizmin Parlamentosuna Halkın İradesi Diyor

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu yaptığı açıklamada şöyle diyor: “… 15 Temmuz’da Meclis’i, yani halkın seçilmiş iradesini bombalayan zihniyetle, seçilmiş belediyelere ‘yönetime el koyduk’ naraları ile giren ve halkın iradesini gasp eden zihniyet arasında fark yoktur.”

HDP ne dediğini bilerek yapıyor bu açıklamayı ve faşizmin parlamentosunu “halkın seçilmiş iradesi” olarak kabul ediyor. 15 Temmuz’da bombalanan meclis “halkın iradesini” somutluyordu öyle mi. HDP’ye göre öyle… Ve böylece, halka yönelik zulüm ve sömürü politikalarının yasal biçimini formüle eden parlamento masumlaştırılıp meşrulaştırılıyor.

Evet, HDP ne dediğini bilerek yapıyor bu açıklamayı.

Halbuki, kayyum atanması daha önce meclise getirilmiş ve muhalefetin eleştirileri üzerine geri çekilmişti. O zaman geri çekilmese ve şimdi olduğu gibi Kanun Hükmünde Kararname olarak değil de kanun olarak meclisten çıksaydı, ne denecekti… Öyle ya, madem ki meclis “halkın seçilmiş iradesi” sayılıyor o zaman meşru mu olacaktı kayyum atanması…

Bir başka örnek ÖDP’nin söyledikleridir.

Özgürlük ve Dayanışma Partisi Başkanlar Kurulu, HDP’li belediyelere kayyum atanmasını “15 Temmuz’da fiziken yıkılan Meclisin fiilen kapatılması” olarak da değerlendiriyor. Ve ardından ekliyor: “… Milli iradeyi dilinden düşürmeyen AKP, demokrasinin en asgari koşulu sayılan seçme ve seçilme hakkını gasp etmektedir.”

Demek ki, faşizm koşullarında seçme seçilme hakkının bir önemi yoktur. Yeri gelince bir KHK ile ortadan kaldırılabilmektedir. Sözkonusu olan demokrasicilik oyununun gerçekten ne kadar oyun olduğu gerçekliğidir.

Elbette, ÖDP de HDP gibi bu oyunun bir figüranıdır. Oyunu oynayan faşizmdir. Oyunun amacı halkı düzen içinde tutmaktır ve işte bu amacı gerçekleştirmek için HDP, ÖDP gibilerine ihtiyaç vardır. Onları var eden düzenin bu ihtiyacıdır.

EMEP genel başkanı Selma Gürkan da “Kayyumun olduğu yerde direnmek meşrudur” diyor. Nasıl bir direnişten bahsediyor olabilir EMEP? Öyle ya bunlar direniş gördüler mi kaçanlardır. Uzağa gitmeye gerek yok; işte 1 Mayıs 2016. EMEP ve benzerlerinin yaklaşımı hep olduğu gibi direnişten kaçmak olmuştur.

 

Faşizmden Samimiyet Beklemek…

ÖDP’li Alper Taş, “esprili” bir açıklama yaparak şöyle diyor: “… Görevden almaların yaşanması durumunda görevden alınan kişinin yerine kimin belediye başkanı olacağını belirleyecek olan belediye meclisi ya da seçimin yenilenmesidir. AKP tüm bu süreçleri göz ardı ederek doğrudan kendisine bağlı insanları atayarak halkın iradesini gasp ediyor.

Yani, AKP “tüm bu süreçleri” gözardı etmeseydi, halkın iradesinin gereğini yapmış mı olacaktı? Elbette öyle değil.

Alper Taş’ın yaptığı açıklamadaki “espri” ise AKP’nin yapması gerekenin halkın iradesine saygı göstermek olduğunu söyleyebilmesidir: “… AKP’nin yapması gereken halkın iradesine saygı göstermektir. ‘Egemenlik kayıtsız şartın milletindir’ lafı boşa düşürülmüştür. Bu bir samimiyetsizliktir.”

Faşizmde samimiyet aranmaz. Faşizme karşı mücadele edilir. Kaldı ki faşizm halk düşmanlığı konusunda gayet samimidir. Bir samimiyetsizlik varsa, o da Alper Taş’lara dairdir.

Samimiyetsizlik, yılgınlıklarına “devrimcilik” adı vermektir. Samimiyetsizlik, faşizm karşısında kaçak güreşmektir. Reformizmin hali budur.

Burada dile getirilen çarpıklık, düzeniçileşme bataklığının eseridir. Çünkü, reformizm halkı demokrasicilik oyununa dahil etmeye çalışır. Bu çerçevede demokrasicilik oyununu allayıp pullar. Ama yeri gelince faşizmin gerçeği bütün bunları alt üst eder. Ve faşizme karşı dişe diş bir mücadeleden başka bir seçenek bırakmaz.

Reformizmin bunca feryat etmesi bundandır. Çünkü varlığına halkı inandırmaya çalıştıkları “demokrasi”nin nasıl bir oyun olduğunu bir kez daha somutlamıştır faşizm. Böyle olduğu içinir ki, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı boşa düşürülmüştür” diyor Alper Taş. Boşa düşürülen kendi varoluş zeminleridir aslında. Boşa düşen reformizmdir ve tam da bu nedenle, bütün türleriyle feryat etmektedir.

 

Reformizmin Geldiği Yer…

Emeğin Partisi (EMEP) Genel Başkanı Selma Gürkan yaptığı açıklamada, “AKP Hükümeti ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz darbecilerinin yarım bıraktığı işi kayyumlarla tamamlamaya çalıştığını” söylüyor.

15 Temmuz darbecileri neyi yarım bıraktı? Darbeyi mi… Şimdi AKP onu tamamlıyor, öyle mi… O halde, EMEP’e göre demokrasicilik oyununa kıskançlıkla sahip çıkılmalıdır.

HDP’den EMEP’e reformistlein getirildiği, geldiği yer burasıdır.

Halkevleri Genel Başkanı Oya Ersoy’un yaptığı açıklamada demokrasicilik oyununun ne denli çürük bir zemine sahip olduğu somutlayan tarzdadır: “… Belediyelere kayyum atanması; başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere parlamenter demokrasinin en küçük kırıntılarına bile tahammülsüzlüğün göstergesidir. Halkın iradesinin yok sayılması demektir.”

“Parlamenter demokrasi” dediği ve halka “umut” olarak gösterdikleri demokrasicilik oyunu işte böyle çürük bir zemine sahiptir. Görülmesi ve gösterilmesi gereken budur.

Halkevleri gibilerinin üzerinde durduğu düzeniçi zemin işte bu denli çürüktür.  İşte o zaman sorarlar Halkevine: Seçme seçilme hakkını bile ortadan kaldıran faşizme karşı nasıl bir mücadele öneriyorsunuz… Halkevi gibi reformistlerin bu soruya gerçek bir cevabı yoktur. Elbette, bol bol safsata yaparlar ama mücadele anlamında bir cevapları yoktur.

Oya Ersoy konuşmaya devam ediyor: “… Halkın yaşamsal haklarına, söz, yetki ve karar alma iradesine yapılan bu saldırıyı kabul etmiyoruz! Demokratik kanalların her birinin kapatılarak Türkiye’nin diktatörlüğe sürüklenmesine seyirci kalmayacağız.”

Türkiye’nin diktatörlüğe sürüklenmesine seyirci kalmayacaklarmış… Ne yaparlar peki… 1 Mayıs’ta Bakırköy’e nasıl kaçmışlarsa öyle yaparlar. Ve dahası da şu ki, ülkemizde bir devlet biçimi olarak faşist diktatörlük hakimdir zaten. Mahir Çayan’ın sömürge tipi faşizm dediği olgu budur. Halkevleri de elbette bunu bilir. Bilmezden gelmesi, düzeniçileşmesiyle ilgilidir.

KESK Yürütme Kurulu yaptığı açıklamada diyor ki: “… Yaşamımızın her alanına kayyum atanmasının darbe olduğunun farkında olarak, hızla beklenticilikten vazgeçip, mücadelemizi boyutlandırarak, bu saldırı dalgalarını DURDURABİLİRİZ, TERSİNE ÇEVİREBİLİRİZ…”

Mücadeleyi boyutlandırmak, faşizmin saldırılarını durdurmak… Bunlar KESK yönetiminin yanından geçeceği şeyler değil. Bırakın diğer saldırıları, kamu emekçilerine yönelik bunca saldırının yaşandığı bir dönemde KESK yönetimi derin bir atalet, teslimiyet içindedir. Bu gerçekliğin artık ne kadar sırıttığının farkında olmalılar ki “beklenticilikten vazgeçmek”ten bahsediyorlar.

Hayır, KESK bu haliyle saldırı dalgalarını durdurup tersine çeviremez. 1 Mayıs’ta Taksim’den vazgeçerken AKP’den teşekkür alanlardan olan KESK yönetimi halihazırda o teşekkürü hak etmek için uğraşmaya devam ediyor.

Sonuç Olarak;

Düzenin içinde debelendiği yönetememe krizi, AKP’nin HDP’li belediyelerin tasfiye etmesiyle sürüyor. AKP’nin bu saldırısı da yönetememe krizlerini çözmeyecek, tam aksine derinleştirecektir.

HDP’sinden ÖDP’sine reformistler ise meşruluklarını yitirmişlerdir. Saldırıya uğradıklarında bile düzenden icazet dileniyorlar. Sıradan bir düzen politikacısı gibi konuşuyorlar. Söyleyebildikleri tek şey, “seçime gitmek” oluyor.

Bu tablo karşısında, bu koşulların içinde devrimcilerin görevi düzenin krizini derinleştirmektir. Bu görev bizimdir. Devrimcilerin görevi, faşizmle anladığı dilden konuşmaktır. Çünkü faşizm ancak böyle yok edilir…

Bu Haberler Dikkatinizi Çekebilir

Adres:Katip Mustafa Çelebi Mahallesi Billurcu Sokak No: 20/2 BEYOĞLU-İSTANBUL Tel: +90(212)536 93 44 Fax: +90(212)536 93 45 E-mail: info@yuruyus.com
CopyLEFT Yürüyüş Dergisi 2004-2014 | İnternet Sayfamız özgür yazılım araçları kullanılarak kodlanmıştır.