“(…) Daha sonra kan kaybı ve gazların etkisiyle kendimizden geçmiş bir halde cop ve dipçik darbeleri altında sürüklenerek hapishane hamamına götürüldük. Mengele artığı doktorların gözetiminde erkekler çırılçıplak soyularak hamamda bayanlar tek tek seçilip ziyaret yerinde işkenceye alındık…” (Devletin Cezaevlerinde Öldürme Özgürlüğü-2/ Boran Yayıncılık/ sayfa:47)
“(…) İsmet Kavaklıoğlu gözlerimizin önünde hamamda saatlerce işkence yapıldıktan sonra odunluğa sürüklendi ve slogan attığı için odunla kafası parçalandı. Odunluktaki hızar makinasıyla boğazı kesilerek katledildi. Öyle bir vahşet uygulandı ki iki gün boyunca tanınmaz hale getirilen cesedinden kimliği tespit edilemedi.” (Age. syf:49)
“(…) Katletmek için gelmişlerdi. ‘20-30 kişiyi gözden çıkardık, çekinmeyin’ diye emirler aldıklarını telsiz konuşmalarından kulaklarımızla duyduk. Katledileceklerin isimlerini önceden tespit edip hazırladıkları listeleri gözlerimizle gördük. Listede isimleri olanlarımız tek tek işkenceli sorgulara alındı. Ayaklarımıza kafalarımıza kurşun sıkıldı, boğazımız kesildi, elektrik verilerek, gözlerimiz çıkartılarak hayalarımız burularak işkenceler yapıldı. Tam sekiz saat boyunca…. Öğlen 11:00’dan akşam 19:00’a kadar. Ve bu işkenceler sonrasında bazı arkadaşlarımız hamamda öldürüldü. Hastaneye götürülmeyip orada bekletilenler, yaralarına müdahale edilse kurtarılabilecek durumda olanlar kan kaybından öldürüldü. Otopsi raporlarında vücutlarında kan tespit edilmeyen cesetler işte bunun kanıtıdır…” (Age. Syf: 47)
***
Buca bir “dönemeç”ti. Başlangıçtı. Buca ve onu izleyen 1996 Ümraniye ve Diyarbakır hapishaneleri katliamları ve Ulucanlar, “Hücre tipi”hapishanelerin önünü açmak için gerçekleştirilmiştir.
Ulucanlar, bu anlamda “sondan bir önceki”dir; pek çok açıdan 19-22 Aralık’ın doğrudan provası niteliğindedir.
Buca-Ümraniye-Diyarbakır katliamlarını izleyen Ulucanlar’la en başta tüm tutsak kitlesine gözdağı verilmiştir. Bu gözdağı bazı kesimlerle sınırlı olarak sonuç da vermiştir; “fark koyma” siyaseti bu gözdağının sonucunda ortaya çıkmıştır.
Katliamcılar, tek bir mesaj veriyordu: Direnmenin bedeli büyük olacaktı!
Nitekim böyle olmuştur. Direnenler büyük bedeller ödediler ve hala da ödemeye devam ediyorlar. Fakat bu gerçek aynı zamanda oligarşinin Ulucanlar Katliamı’yla hedefine ulaşamadığının da göstergesidir. Oligarşi Ulucanlar Katliamı’yla planını hayata geçirmiş ama amacına ulaşamamıştır.
Oligarşinin Ulucanlar’da, Türkiye hapishaneler tarihinde o güne kadar görülmemiş boyutlarda bir vahşete ve katliama başvurmasının amacı, F tiplerini direnişsiz gündeme getirebilmekti.
Bu boyutlardaki bir katliamla tutsakları sindirmeyi hedeflemişlerdi.
Ulucanlar’daki devrimci tutsaklar, 26 Eylül’de katliamcıların “ya teslim olacaksınız ya öleceksiniz!” tehditlerine verdikleri cevapla, bu hedefin önüne aşılmaz bir barikat ördüler.
***
İş başında DSP-MHP-ANAP Hükümeti vardı. Ecevit, katliamın arifesinde koltuğunun altında bir “demokratikleşme paketi”yle ABD’ye hareket etmişti. Yolda, “Ulucanlar Hapishanesi’ndeki hareketliliğin ne anlama geldiğine” dair gazetecilerin sorularına “gereken yapılıyor” cevabını vermişti.
Oligarşi açısından, emperyalizm açısından “gereken” devrimci tutsakların katledilmesi, tüm halkın sindirilmesiydi. Ecevit, Amerikan tekellerini ülkemizde yatırım yapmaya ikna etmek için devrimcilerin cesetlerini sunuyordu.
1999 26 Eylül’ünün gece yarısında katliamcılar, 1 aydır süren “koğuş sorunu”nu bahane ederek Ulucanlar’a karşı büyük katliam planını uygulamaya koydular.
Bombalar, kurşunlar arasında “teslim ol” çağrıları yaptılar tutsaklara. Tutsaklar, her biri kahramanlaşarak büyük bir direniş gösterdiler.
Tutsakların bir kısmı koğuştaki direniş sırasında katledildi. Koğuşa sıkılan köpükler, adam boyuna ulaşmıştı neredeyse. Tüm tutsaklar yaralıydı. Barikatlar yıkıldığında, sağ kalan tutsaklar hapishanenin hamamına götürülerek orada işkenceye devam edildi. Tutsakların bir kısmı da buradaki işkencelerde katledildi.
Vahşette hiçbir sınır tanımama emri verilmişti katliamcılara. Katledileceklerin listesi de vardı ellerinde. Tüm bu vahşet ortamında yine de teslim olmuş bir tutsak kitlesi bulamadılar karşılarında. Son nefeslerini, son sloganlarını atarken verdiler.
Bu kahramanca direnişin sonunda İsmet KAVAKLIOĞLU (DHKP-C), Ahmet SAVRAN (DHKP-C), Aziz DÖNMEZ (DHKP-C), Nevzat ÇİFTCİ (TKİP), Ümit ALTINTAŞ (TKİP), Halil TÜRKER (TKP/ML), Mahir EMSALSİZ (MKP), Önder GENÇARSLAN (MKP), Zafer KIRBIYIK (TİKB) ve Abuzer ÇAT (MLKP) şehit düştüler.
1.
bir gece geldiler Ulucanlar’a
gece gelmek adetidir katillerin
kuşattılar
sinsi ve kalleştiler
yüzleri maskeli,
tanınmak istemezler çünkü,
suçlarını bilir
ve kapatırlar yüzlerini
ve ansızın
ve dört bir yandan
saldırdılar
tek tek ve toplu olarak
taradılar, bombaladılar
köpük sıktılar
kurşunladılar
yetmedi döktükleri kan
tek tek işkence yaptılar
ölülere bile
boğazlarını kestiler
etlerini kopardılar
kollarını kırdılar
kan oluk oluk aktı
gece güne, gün geceye döndü
analar morglara girdi
kanlı çarşaflar açıldı
tanıyamadılar oğullarını
öz evlatlarını tanıyamadılar
ağıtlar çığlık oldu
gözyaşları yüreğe aktı
kalanlar kendi yurdunda sürgün
yaralılarını sürgünde aradılar
buldular
kanlı kapılar açıldı,
kanlı kapılar kapandı
tanıyamadılar oğullarını
öz evlatlarını tanıyamadılar
ne yüzlerinde deri kalmıştı
ne kırılmadık bir kemikleri
ana dedi bir ses
ana…
ana biz kazandık
“teslim mi olacaksınız” dediler
“yoksa ölecek misiniz”
öleceğiz dedik ana
öleceğiz…
kanımızla yazacağız tarihi dedik
ve halaya durduk kurşunlar altında
halaya durduk ana
halaya durduk
halaya…
haydi artık sil gözyaşlarını
biz kazandık bak
Ulucanlar kanlı bir seher türküsüdür şimdi
eser yüreğimizde
ve günü gelince mutlak
günü gelince ana
gelince…
2.
Hiçbir şey kalmayınca elde
çıktık havalandırmaya
tutuşup el ele
durduk bir halaya
üstümüze kurşunlar yağıyor
vurulup düşenleri
halayın başına geçirip
söylemekteyiz türkümüzü
İsmet halay başı çekiyor
Ahmet ve Aziz yanı başında
Habip, Ümit, Zafer,
Önder, Mahir, Abuzer, Halil
halayda omuz omuza
omuz omuza yürüyorlar
güneşe
“omuzdan tutun beni
halaya katın beni
düşersem bu kavgada
dosta anlatın beni”
düşenlerimizin sayısı artsa da
halay sürüyor
kurşunlar yağıyor
kurşunlar hiç durmuyor
halay hiç bitmiyor
düşüyoruz bir bir
halay daha hızlı şimdi
düşersem bu kavgada
başka ne isterim ki
güneşin sofrasındayız artık
(Ümit İlter )